04 Kasım 2016 01:00

Basın özgürlüğü: Laf değil eylem zamanı

Basın özgürlüğü: Laf değil eylem zamanı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Uluslararası çapta faaliyet sürdüren Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) “Basın Özgürlüğü Düşmanları” listesini yayımladı. Kimler yok ki... Orta Çağ rejimini sürdüren Arap şeyhleri...
Kara Afrika’nın yoksul ülkelerinin diktatör- mafya bozuntusu devlet başkanları... Kafa kesen İslamcı terör örgütler IŞİD, el Kaide, eş Sebab, Husiler. Putin, Kim Jung-un, Xi Jimping, Sisi, Lukaşenko, Raul Castro...
Ve bir de Recep Tayyip Edoğan.
Liste uzun. Toplam 35 kişi ve örgüt var. Hepsinin ortak paydası ellerindeki iktidar gücünü kullanarak farklı görüş ve çizgideki basına ve gazetecilere tutuklama, sınırlama, yasaklamalar getirmesi.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra olanlara baktığımızda, Erdoğan’ın “Basın Özgürlüğü Düşmanları” listesinde başı çektiği açık. Yasaklanan yayınlar, tutuklanan gazetecilerin sayısı Arap şeyhleri ve diktatörlerin yönettiği ülkeleri çoktan geçmiş durumda.
Buna rağmen dünyada halen ciddi bir tepki ve yaptırım yok. Eğer son bir kaç aydır Türkiye’de olanlar Rusya’da, Venezuela’da, Çin’de ya da başka bir ülkede olmuş olsaydı, inanın uluslararası kurumlar, ABD, AB kazan kaldırır, bu durumu bir iç politikaya çevirirlerdi.
Ama söz konusu ülke Türkiye olunca eleştirilerin dozajı genellikle ölçülü tutuluyor.  Bir daha böyle yasaklamaların olmaması temenni ediliyor, sonra da her şey oluruna bırakılıyor. Düne kadar Türkiye’ye yaklaşım ağırlıklı olarak böyle oldu.
Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyondan sonra en sert açıklamayı Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz yaptı. “Kırmızı çizgilerin” aşıldığını açık olarak söyledi, Erdoğan ve Hükümeti uyardı.
Alman hükümetinin resim tutumu ise her zamanki gibi rutindi. Ama Can Dündar’ın önceki gün Die Welt gazetesinde verdiği demeçte, “Alman hükümetinin tepkisi gerçekten zayıf. Bu, ABD gibi Türkiye’nin diğer Batılı ortakları için de geçerli” (welt.de) demesi, işin havasını değiştirdi.
Dündar’ın haklı eleştirisi Alman basınında geniş yer aldı.
Aynı gün kameraların karşısında geçen Başbakan Merkel, “Türkiye’de durum alarm verici düzeyde” demek zorunda kaldı ve bu konunun Türkiye-AB ilişkilerine etkide bulunacağını ifade ederek dolaylı olarak Erdoğan’ı uyardı.
Denilebilir ki; uzun zamandan beri basın ve düşünce özgürlüğü konusunda Erdoğan’ın yaptıklarına seyirci ve sessiz kalan Merkel, asıl olarak iç kamuoyunun baskısı nedeniyle artık eski politikanın sürdürülemez olduğunu anlamış ve yeni bir açıklama yapmak durumunda kalmıştır. Çünkü, özellikle Cumhuriyet operasyonundan sonra Türkiye’de basına yönelik baskılar Almanya’nın da en önemli gündemi haline geldi.
Örneğin, Die Tageszeitung iki gün arka arkaya baskıları manşete çıkardı. Yine Süddeutsche Zeitung, Frankfurter Allgemeine, Neues Deutschland, Junge Welt ve diğer gazeteler, televizyon kanalları, internet siteleri konuyu sıkça işlediler.
Yine gazeteci örgütleri başta olmak üzere pek çok kurum ve kuruluş neredeyse her gün Merkel’e yönelik açıklamalar yaparak, Erdoğan’ın yaptıklarına daha fazla seyirci kalmaması çağrısında bulunuyor.
Bu nedenle Almanya açısından Türkiye’deki durum bilinmez değildir.
Artık önemli olan Merkel ve hükümetinin “Alarm veren durum” karşısında ne yapacağıdır.
Eğer, yapılanlara karşı somut bir adım atılmaz, salt “sert sözlerden” ibaret bir tutum beyanıyla sınırlı kalırsa, bunun hiçbir yararının olmadığı ortada. Dahası, Başbakan Binali Yıldırım’ın Schulz’un “kırmızı çizgilerine” karşı yaptığı açıklamanın bir benzerini Erdoğan da Merkel’in “Alarm verici durum”u konusunda yapabilir.
O zaman da bu “sert sözler” Erdoğan için iç politikada bulunmaz malzemeye dönüşmüş olur.
Bütün bunlardan ötürü Türkiye’de olup bitenler artık “sert eleştirilerle” geçiştirilebilecek düzeyde değildir. Laf değil somut eylem ve icraat zamanı. Söylenen sözler ancak o zaman inandırıcı olabilir.
Basına, aydınlara ve Kürt halkına yönelik baskılar, yasaklamalar, tutuklamalar son buluncaya, 15 Temmuz’dan bu yana OHAL ve KHK’ler ile gasbedilen bütün haklar iade edilinceye kadar Türkiye-Almanya/AB ilişkilerinin dondurulması en somut ve gerçekçi taleptir. Yine Almanya’nın Türkiye’ye satışının yasaklanması atılacak ilk adımların başında geliyor.
Silah ambargosu kararı daha önce Helmut Kohl döneminde hayat bulmuştu.
Merkel’in Erdoğan’la girdiği çıkar ilişkileri nedeniyle hemen bu acil talepler doğrultusunda hareket etmeyeceği açık. Ama, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenliler ve Alman ilerici güçleri, meslek örgütleri, muhalefet partileri ve sendikalar bu talepler etrafında güçlü bir mücadele başlatabilir, Merkel’i somut tutum almaya zorlayabilir. Merkel’in adım atması demek AB’nin Erdoğan’a karşı harekete geçmesi anlamına geliyor.
Bunun koşulları her zamankinden çok daha uygundur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...