23 Ekim 2016 00:54

‘Dönülmez akşamın ufkundayız’ meselesi

‘Dönülmez akşamın  ufkundayız’ meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,

Yüzde doksan dokuzu elhamdülillah Müslüman olan halkımızın ibadeti için “Misakımızın milli sınırları” dahilinde belki de yeterince camimiz olmadığından kellim, kapı komşumuz Suriye’deki Emevi Camii’nde Allah’ın izniyle önce namazımızı kılıp, ardından da demokrasiden, insan haklarından, hak ve hukuktan yana nasibini kafi derecede almadığı gibi, ayrıca babadan oğula ciro edilen “iktidar”daki koltuğunda çöreklenip oturan Esed’e, halkının düşmanı bu “hain”e, insanlık adına ders vermeyi düşünüp bu bapta inceden inceye plan ve program yaptık ama Ankara’daki hesabımız maalesef Şam’daki pazara uymadı...

Nitekim en fazla üç ay içinde Esed’in ümüğünü limon misali sıkıp akabinde de güneydoğu illerindeki vatandaşlarımızın hemen neredeyse hepsinin hem yedi göbek akrabası, hem de iki adım ötemizde yaşayan bu gariban insanların başlarına ördüğü çorapların, tepelerinden aşağı boca ettiği varil bombalarının hesabını sorup, böylece ne denli “demokrasi” aşığı olduğumuzu bu vesileyle dosta düşmana kanıtlamaya çalıştık ama hevesimiz ne yazık ki kursağımızda kaldı...

Sonra?

Sonra, ucu bucağı olmayan zaman tünelininin girdaplarında köprülerin altından akıp giden sularla birlikte, Ortadoğu denen bu “cadı kazanı”ında özellikle şu son zamanlarda kimin elinin kimin cebinde, kimin hinoğluhince hesaplarının kime veya kimlere nasıl fatura edileceğinin inceden inceye muhasebesi kapalı kapılar ardında yapılırken, öte taraftan da bir zamanlar ecdadımız Osmanlı’nın çarıklarıyla çiğneyip, fesiyle, sarığıyla dolaştığı bu “kutsal” topraklarda bundan böyle atılacak her adımın hangi “kırmızı çizgiler” dahilinde çizileceğini, bittabii ki şu an onların torun ve torbaları olarak bizleri temsilen “iktidar”daki kurmaylarımız belirliyor, belirleyecek evvelallah!

Aslında bir vakitler canciğer kuzu sarması olduğumuz Esed’le sabah kahvaltısında yediğimiz pastırmalı yumurtayı daha doğru dürüst hazmetmemişken, öte yandan amiyane deyimiyle “papaz” olduktan sonra başlayan Suriye mahreçli “dahiyane” politikamızın sadece iflas etmekle kalmayıp, dahası da başımıza açtığı bilumum patırtıların asıl kaynağını oluşturduğunu, bizatihi devletimizin en yetkili koltuklarından birinde oturan “hükümet sözcüsü” zat-ı muhterem devletlumuz açıkça dillendirip ahlayıp vahladığı şu günlerde, Şam’ın şekerini şimdilik bir tarafa dehleyip, bunun yerine Musul’un yolunu tutmak için acaba neden çırpınıyoruz?

Çırpınıyoruz, zira doksan küsur yıldan beri “Yurtta sulh cihanda sulh” düsturundan yola çıkarak yaşadığımız şu gülistanlar diyarı güzelim memleketimizde; her birimiz anayasamızın teminatı altında birer “vatandaş” olarak şu ya da bu etnik köken, inanç, mezhep, cinsiyet ya da falan feşmekan ayrımı gözetilmeksizin “insanca hakça” bir düzen içinde, düşüncelerimizi sözle, yazıyla ifade etmeyi sapına kadar özgürce sürdürüp, dolayısıyla “ohh ne ala memleket” bolluk ve bereketiyle ömürlerimize ömür katarken, diğer yandan yanı başımızdak bütün bu olanaklardan yoksun kalmış “garip gureba” insanların dertlerine çare arayıp derman bulmak doğuştan gelen “fıtrat”ımız mucibince hem şart, hem de boynumuzun borcu!

Yani?

Yani komşumuz “aç biilaç”ken, tıpkı atalarımızın buyurduğu gibi “külümüze muhtaç”ken, tabii ki onların refahı ve huzuru için önce Suriye’de başlatıp, akabinde de elde ettiğimiz “başarı”nın ardından kapımızı çalan üç milyon insana ev sahipliği yaptığımız şu günlerde, keza şimdilerde de aynı minvalde her zamanki gibi “Durmak yok yola devam” derken, beri yandan içimizdeki kimi “vatan hainleri”nin, hadlerini bilmeyen kimi gafillerin yanı sıra, ayrıca el alemin dediklerine bakılırsa; durduk yere önce Lozan, sonrasında da Misakımilli laflarını eveleyip geveleyip, bir bakıma sağa sola güya çaktırmadan verdiğimiz “subliminal” mesajlarla Musul’a doğru dümen kırmaya soyunurken, aslında şuur altımızdaki “cin”liğimizi güya gizlemeye çalışıyor muşuz!

Öyle ya da böyle gerçek olan şu ki; fokur fokur kaynayan Ortadoğu kazanında irili ufaklı bunca devlet kim bilir hangi zelil hesaplarla birbirinden rol çalmak için didinip dururken, bu arada tam da kapımızın eşiğindeki bu “curcuna”nın ülkemize yükleyeceği maddi, manevi faturanın akibeti şimdilik meçhulken, ben özüm yine de kendi payıma umarım ki, hiç beklemediğimiz bir anda milletçe hep beraber,  “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç” şarkısını çaresizlik içinde inşallah tutturmayız Kirvem!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...