20 Ekim 2016 00:28

Fetihçiler nutuk atar, emekçiler ölür!

Fetihçiler nutuk atar, emekçiler ölür!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın iç ve dış politika “tonajı”nın altında ezilen ve “yüksek kalibreli “milliyetçi ajitasyonunun rüzgarına kapılan yetkili-yetkisiz iktidar ve yedeği muhalefet zevatı; “Operasyonda da Masada da olacağız!” meydan okuması(!) uygun düşen fetih söylevinde birleşti. AKP, MHP ve CHP yöneticileri ve sözcüleri, basın-yayın tekellerinin tetikçileri, Saray muhtarları, hakim ve savcıları, rektörleri, “muharip kuvvet” temsilcileri ve hemen her gün, her kademedeki toplantılarda bir araya getirilen çeşitli mesleklerden diğerleri, Irak toprağı Başika’da askeri işler çevirmeye, Musul’un “geleceğini belirleme savaşları”nda yer almaya; Suriye Kürtlerini bulundukları topraklardan sürüp atmaya yönelik devlet politikasını, avuçları patlarcasına alkışlamakla meşguller. 
Fetih kültürüyle yetişmenin önemli bir rol oynadığı bu “halet-i ruhiye” ile ajitasyonun düzeyi yükseltildikçe, Musul, Kerkük, Telefar, Halep hülyası da yetmez oldu. Artık, “Osmanlının at koşturduğu topraklar”ın “yedi yabancıya”, “on bin kilometre ötelerden gelen ABD’nin değil “Türk’ün hakkı olduğu”nu yeniden ve açık açık dile getiren medya silahşörleriyle parti üst bürokratları, savaş kışkırtıcılığıyla kıyıcılığa davet çıkarmada daha cesurlar. Devlet Bahçeli, “Telafer Türk’tür. Kerkük, Musul Türklerin öz yurdudur... Halep’in sinesi ‘Türk’ diye inlemektedir” diye haykırıyor; hükümetin dış politikasını başarısızlıkla eleştiren Kemal Kılıçdaroğlu, Kıbrıs’ı, “Beş Parmak Dağları”nı örnek göstererek, fiili durum yaratma ustası Saray yönetimine, “Masada olmamak bana dokunuyor”,”Masada olmalıyız” ‚‘nidaları’yla destek sunuyor. 

Bölgede yaşanmakta olan savaşın sadece kıyısında değil bir biçimde içinde de olan  bir ülkenin yöneticilerinin, ve devlet politikalarıyla öze ilişkin çelişkileri bulunmayıp bu politikalara adapte olanların tüm bu ajitatif açıklamalarının halk kitleleri; özellikle de Türk ulusundan emekçiler arasında da etkide bulunduğu; Müslüman ülkeler “klişesi”nin de bu etkide rol oynadığı somut bir durumdur. 
Bölgede yaşananların Türkiye’yi; Türkiye’nin içini, iç çelişki ve çatışmalarını, iç toplumsal sorunlarını-ki onlar da artık uluslararası sorun durumundadırlar-etkilediği, etkilemezlik edemeyeceği doğrudur. Bu etki sadece komşu ülke olması nedeniyle değil, baştan beri komşularına karşı gerginlik artırıcı, şantaja ve tehdide dayalı, ve” oralar bizim ata topraklarımız” yayılmacı yaklaşımıyla, bizzat ülkeyi yönetenler tarafından daha da artırılmıştır. Irak, Libya ve Suriye’deki iç çatışmalar kışkırtılmış, işgallerde işbirlikçilik yapılmış; El Kaide-IŞİD çeteleri silahlandırılarak saldırılar için koordine edilmiş, komşu ülkelerin içinde bunlar aracıyla savaşlar yürütülmüştür. Mezhep ve milliyet farklılığı temel alınarak yürütülen politikalarla bölgede ve ülke içinde düşmanlıklar körüklenmiş; Şii-Sünni ayrımcılığı devlet ve hükümet politikası olarak tesis edilerek güçlendirilmiş; dışarıda Şii, içeride Alevi düşmanlığı resmi politika olarak şekillendirilmiştir. Bütün bunlar şimdi dönüp Türkiye’nin kendi içini de vurmaya yol almıştır. Bundandır ki, “kimsenin toprağında gözümüz yok, biz mezhep çatışmalarını engellemek için Musul’a girmek istiyoruz, masada yer alak istiyoruz” açıklamalarına, artık sadece ahmaklar kanabilir.

Bölgeye üşüşen tüm dış güçlerin, Avrupalı, Amerikalı emperyalistlerin, Rusya’nın, İran’ın, Suudi gericilinin, kral ve sultanlıkların çıkarlarının savaşını yürüttükleri; bölgenin yeniden paylaşımından pay almayı hedefledikleri; bunun için bölgenin tüm halklarını kurban vermekten kaçınmayacakları doğrudur. Bu hedef ve politika ama Türkiye’yi yönetenler için de en azından diğerleri denli açıkça böyledir. “Kimsenin toprağında gözümüz yok!” diyen her burjuva yalan söyler. Süren-sürdürülen savaşlar, savrulan tehditler, biriktirilen yüksek imha kabiliyetli silahlar boşuna değil. Sömürüye dayanan sistemlerde gerginlik, çatışma ve savaşlar kaçınılmazdır ve kuralları belirleyen, sahip olunan ekonomik, askeri güçtür. Başkalarının topraklarında, zenginlik kaynaklarında “gözü olanlar”ın, fetihçilerin, sömürge politikası izleyip dayatanların, enerji kaynaklarını, ulaşım yollarını, değerli maden kaynaklarını ele geçirmek, denetlemek ve rakipleri geriye atarak hakim olmak isteyenlerin sadece son yüzyılda yürüttükleri savaşlarda 250 milyona yakın insan öldürülmüştür.
Türkiye’nin tüm uluslardan ve ulusal topluluklarından işçi ve emekçileri, yürütülen ve yaygınlaşması olasılığı giderek güçlenen bu paylaşım ve yeniden düzenleme; yeni bölmeler ve birleştirmeler savaşına; ancak savaşa karşı çıkarak, ülkeyi bölgedeki ateşe sürmeye çalışan Erdoğan iktidarına ve fetihçi bir iştahla onun ardında birleşmekten kaçınmayacaklarını ortaya koyan sermaye partilerinin politikalarına karşı tutum alarak, ülke, bölge ve halklar yararına bir sonucun alınmasında etkili olabilirler. Operasyonlara; yani savaşa katılmanın halk kitlelerine ölüm, yıkım, açlık, sakatlık, işsizlik, yoksulluk ve düşmanlaşma dışında verdiği bir şey olmayacaktır. Türkiye’nin işçi ve emekçileri, aydınları, ilerici-demokrat ve devrimcileri, Erdoğan yönetiminin ülkeyi savaşın girdabına sokma ısrarına karşı ne denli güçlü bir direniş gösterebildikleri ve emperyalistlerle bölgedeki işbirlikçilerinin müdahale, saldırı politikalarının son bulması için halklar arası bölgesel dayanışmanın örgütlenmesinde başarı sağlayabildikleri oranda, ülkemiz, bölgemiz ve halklarımız daha az kayıpla bu kabus ortamından çıkabilirler.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...