19 Ekim 2016 00:51

Senaryo

Senaryo

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yazılan senaryonun hatları yavaş yavaş belirmeye başladı. Belki dikkatinizi çekmiştir, bir süredir RTE, “Reis” diye anılmaya başlandı.  “Reis” yetmişli yıllarda Ülkücü hareketin önderlik için kullandığı bir deyimdi. Devrimciler arasında “arkadaş” hitabı yaygınken, Ülkücüler arasında “reis” yaygındı önderlik kültünden dolayı.

Acaba MHP, AKP’lileştiği için mi, yoksa AKP MHP’lileştiği için mi bu diye sormak da anlamsız. Ama AKP’nin hızla “Milli Görüş” geleneği ile son bağlarını da attığı, Ziya Gökalp’in İslam-Türk sentezinin şampiyonluğuna soyunduğu bir gerçeklik. Ve sonunda başkanlık sisteminin yasallaşmasının yolu, MHP’nin referandum önermesi ile açıldı. HDP’nin parlamentodan tasfiyesi ile, bir erken seçime gitmeyi tasarlıyorlar. Ve arkasından gelsin, bir anlamda tek parti meclisi! Belki bir afla dolup taşan hapis-haneleri boşaltıp, Cemaatin biat etmesini de sağlayacaklar.

İslami hareket, her zaman İttihat Terakki Fırkası/CHP ana çizgisine karşı çıkan muhafazakar/liberal kırması eski lisanla, muhalefetin mütemmim cüzü olmuştur.

Ankara’da 1920’de açılan Millet Meclisinde yer alan birinci grupla  ikinci grubun kavgası aslında, 1908 devriminden sonra açılan Osmanlı Meclisi Mebusanı ile başlamıştı. Yani Türkiye’nin siyasal yaşamı bugüne kadar hep iki kutuplu olarak gelmiştir.  1908-1920 yılları arası, ITF ile Hürriyet ve İtilaf Partisinin /ilkin Ahrar Partisi/ it dalaşı ile geçmiştir.  1946’ye kadar CHP çizgisi, önceli olan İTF gibi otoriter bir rejimle ülkeye tek başına hükmetmişti. 1924 ve 1930 yıllarında kısa çok parti deneyimlerinde de halkın desteği hemen CHP karşıtı kampa kaymıştır. Önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, sonra Serbest Fırka. Muhafazakar/liberal karışımı olan bu ikinci akım her zaman İslami kesimi oy deposu olarak görmüş ve desteğini almıştır. 

CHP’nin içinden boy veren DP de farklı bir gelişim göstermedi. Ama CHP’nin gücü onu kaparmaya yetmedi, sosyalist partileri kapatmaya yetmese de. Sonuç olarak sola ve Kürtlere yasaklı olan siyasal arena da, sözde siyasal İslam da kısmi yasaklı olsa da, ikinci grupta her zaman kendine bir yer bulabildi.

Siyasal İslamın Türkiye’deki kurucusu olma şerefi Kızıl Sultan diye anılan otokrat Abdülhamit’e aittir. Ama karşı kampta olan pozitivist/proto-laisist ITF de, müttefiki olan Wilhelm militarizmi ile cihatizmi, özellikle Anadolu’yu Hristiyan yerli halklarından arındırırken kullanmayı ihmal etmemiştir.

Laikliğin hamisi olarak sunulan Türk Ordusu oldum olası Peygamber Ocağı diye anılmamış mıdır? Mustafa Kemal halifeyi küffarın elinden kurtarmak için yola çıkmamış mıdır? 1950  seçimleri öncesi DP, İslami kesimlerin oyunu toplamaya başlayınca paniğe kapılan CHP, imam hatip okullarının kurucusu olma şerefine nail olmamış mıdır? Hatta elde kala kala Ticaniler kaldığı için onlara muhtaç olmamış mıdır? 

Sola kapalı bir sözde demokraside başka ne beklenebilirdi ki?

DP, halk desteğini yitirmeye başlayınca 1960 öncesi RTE otoriterleşmeye yöneldi. Ama o yolun ustası olan CHP karşısında elini yüzüne bulaştırdı. 

Belki seçimle iktidarı CHP’ye terk etmeyi içine sindirebilseydi, ülke demokratik ve adil seçim sistemine sahip olsaydı, siyasa arena sola ve Kürtlere kapalı olmasaydı, ABD ve Avrupa’daki gibi siyasal iktidar ABD’deki Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında gidip gelir, biçimsel demokratik sistem otururdu.

Bayar-İnönü, Demirel-İnönü, Demirel-Ecevit  ikilisinin it dalaşları arasında, araba üç kez raydan çıktı ve bu Siyasal İslamın, ikinci grubun tamamlayıcısı olmaktan çıkıp, kendi oyununu kurma fırsatını sağladı.

İlk tek başına erk olmayı 1995 seçimlerinden sonra yüzde 21 oyla birinci parti olarak çıkınca, bölünmüş olan merkez sağın bir partisi olan DYP ile koalisyon kurarak denediler. Tepsinin altı kızarmıştı, sadece değişimin “Kanlı mı kansız mı olacağı”na karar vermek gerekiyordu.

İlk deneme 28 Şubat nedeniyle başarısız kalsa da; 2002 yılında merkez sağ ve merkez sol partilerin total iflası ile, merkez sağın önderliğine soyundular. Artık tamamlayıcı unsur değil ana unsur olmuşlardı.

24 Temmuz 1908 Anayasal Devrimi, siyasal İslamın banisi II. Abdülhamit’in yenilgisiydi. 31 Mart 1909, karşı devrimi siyasal islamın onu başarısız kalan umutsuz kurtarma çabasıydı.

Ve yine bir başka yaz günü, 2007 öncesi ve sonrası birinci grubun çeşitli ayak oyunlarını atlatan RTE 15 Temmuz 2016 tarihinde, bir anlamda kendi 31 Martı’nı yaşadı.  “Ayaklar baş, başlar ayak oldu.” İttihatçılara oranla bu vartayı daha ucuz ve kısa sürede atlattı.  Ama bir başka anlamda da 1909 yenilgisinin yanıtı verildi. Artık 31 Mart’ın anıtı olarak Taksim Kışlasını kurmanın zamanı gelmişti.

Laik Cumhuriyetin 100. yılına yedi yıl kaldı. Daha nelere tanık olacağız bakalım. 

28 Şubat’çılar 1000 yıllık saltanatlarını ilan etmişlerdi. Bakalım 15 Temmuz’un galipleri 2023’de İslam Cumhuriyetini ilan etmeyi başaracaklar mı? Mim Kemal’in erk olma yöntemlerini taklit eden otokrat ve mümin RTE başarılı olacak mı?

2002 öncesi saray entrikaları sırasında, DSP den sonra erki başbuğun alması bekleniyordu. 28 Şubat’ın hayalleri gibi o da gerçekleşmedi. Göreceğiz.

Bu coğrafya daha çok tragedya kaldırır. 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...