17 Ekim 2016 01:00

Hükümet ABD'yi, Türkan Elçi hepimizi uyardı

Hükümet ABD'yi, Türkan Elçi hepimizi uyardı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye ya büyüyecek ya küçülecek!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son Bakanlar Kurulu toplantısında söylemiş bu sözü.
Çözüm sürecine de böyle bakıyordu: Büyümeye imkan verecek altın bir fırsat!
İçeride savaş bitecek. Dışarıda Suriye ve Irak’taki Kürtleri de kucaklayarak Türkiye’nin Ortadoğu’da nüfuz alanını genişleyecekti.
Süreç rafa kalktı.  
Şimdi taktik silah zoruyla genişlemek.
Her gün ölüm haberleri geliyor.
Bombalar patlıyor.
Cumhurbaşkanı ve hükümet, “ödediğimiz bedeller boşa gitmeyecek” diyerek savaşa devam diyor.
Irak’ta, Suriye’de savaş tam tamları çalıyor.
Başbakanlık, Türkiye’nin ABD’yi şöyle uyardığını duyurdu: “Şii güçleri bölgeye giderse yüzyıllık mezhep savaşları başlar”.
Hükümet bu uyarıyı yapıyor lakin...
Kendisi de “Musul’un IŞİD’den kurtarıldıktan sonra burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır” diyerek... Başka bir noktadan mezhepsel çatışmaları körükleyecek bir pozisyon alıyor.
Üstelik bunu sürecin Türkiye’yi, toplumsal bileşenleri gereği, yangın yerine çevirme olasılığına rağmen yapıyor.
Öyleyse biz... Gerçeğin sadece bir yanına bakmamalıyız. Ölüm ve savaş naralarına değil başka şeylere kulak vermeliyiz.
Misal. Sur’da, “silahlar sussun” açıklaması yaparken katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan hanıma...  

ÖLÜM DÜŞÜNMEMENİN BEDELİ

Şimdi sözü Türkan Elçi’nin Vedat Türkali’nin anmasında yaptığı bilge ve edebi konuşmaya bırakalım.  
“Ölümleri görmezden gelip her geçen gün biraz daha kanıksadığımızda Ankara Tren Garı sadece bir tren istasyonu, Suruç sadece sınırda bir ilçe,Yüksekova yükseklerde bir ova, Dörtayaklı Minare Sur’da dört ayağıyla enteresan bir camii olmakla kalır.Oysa ölüm  çığlığının bulaştığı bir mekan, ölümü taşımanın ağırlığından kurtulamaz ve günün birinde üstümüze çöküp, bizi biz yapan her şey enkaza döner. İstesek de istemesek de ölüler uykularımızı, yetim çocukların bakışları yüreğimizi delip geçer
Ölümlerin üzerinden aylar geçti. Kızılca kıyamet koptu. Şehirlerin ufukları kızarınca onu bile kan zannettik. Bombalar caddelerde oyuklar açtı. Yollar  sokaklar, kentler sarsıldı. Kentlerin yıkıldığını oyulduğunu zannettik, aslında yıkılan oyulan bizim yüreklerimizdi. Her gün biraz daha sarsılıp hayattan koptuk. Yaralarımızı ayna yapıp kendi kederli ve tanınmaz çehrelerimizi yaralarımızda seyrettik. Hayatımız bir anda bir uçurumdan yuvarlanır gibi oldu. Sonbahar ölümün solgun rengiyle geldi bir daha da gitmek nedir bilmedi. Kayıpların üzerinden karanlıklar geçti. Karanlıkların bıraktığı izler, iz olmakla kaldı. Çaresizliğimizden hüznümüzle kardeş olduk. Birilerine, en yakınımızdakine, çok uzağımızdakine değerli yazarımızın (Vedat Türkali, B.F) kıymetli eserinin adı gibi ‘Güven’ güvenmek istedik. Çünkü an geldi ve ‘Bir Gün Tek Başımız’a kaldık. Ne ölen çocukları ne de yangın yerine dönmüş kentleri düşünemeden edemedik. Çünkü ölümleri düşünmemek, bir köşeye çekilip sağırlaşmak için; her gün kör kuyulara atılan Yusuflarla beraber vicdanların da atılması gerekir.
Sağırlaşabilmek için, Karadeniz’in yolu olmayan bir hanesine tahta tabut içinde sallana sarsıla giden asker tabutunun içindekinin etten kemikten olduğunu unutmak gerekir.
Sağırlaşabilmek için, yaşlı bir kadının Cizre’nin orta yerinde bembeyaz tülbendiyle kapkara ölüme sokağın ortasında devrilerek yitişini unutmak gerekir.
Sağırlaşabilmek için Dört ayaklı Minare’nin ayakları altında kolundaki kırık saatiyle boylu boyunca uzanmış, çatışma istemiyoruz diyen Tahir Elçi’nin sesini unutmak gerekir.

DAHA KÖTÜSÜ İÇ SAVAŞTIR

Türkan Elçi konuşmasının sonunda gidilmesi gereken yolu da gösterdi.
“Biz unutursak da çocuklar unutmaz. Biz unutursak  acının imbiğinden geçerek gelen yarınlar olanları bize hatırlatır. Ağır bedeller ödeyen, çocuğunu eşini kaybedenler  bir daha görememenin tarifsiz ve içinden çıkılmaz çaresizliğinde daha kötü bir anın olamayacağını düşünürler. Oysa adı dahi konulmamış sis ve karanlıklarla perdelenmiş acımasız bu savaştan daha kötüsünün adı maalesef ki iç savaştır. Gelecek günlerin bu günlere benzememesi için, daha daha acıların  yaşanmaması için vicdanlarımızın sızısıyla, sadece kendi sesimizle, tutunacak dallar arayıp elimizdeki cevherin barış talebi olduğunu her nefesimizde  hatırlatmanın inancı yüreklerimizden eksik olmasın”.
Derin acısının içinden öfke yerine bilgelikle seslenen bu kadına, kulak vermek gerekmez mi.

KÖRLEŞMEK, SAĞIRLAŞMAK KURTARMIYOR Kİ...

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Suriye politikamız yanlıştı” diyor.
Neden hata yapıldığı, hatayı yapanların kimler olduğu, neden hesap vermedikleri tartışılmıyor.
Başbakan Binali Yıldırım’ın Suriye ile ilgili eleştiren beyanlarda bulunuyor. Kimse dış politikayı sorgulamıyor.
Türkiye’nin izlediği politikaların da katkısıyla Suriye’de ağır bir insanlık dramı yaşanıyor. Ayrı ülkece maddi manevi ağır bedeller ödüyoruz.
Dış politikayı, iç politikanın çok fazla uzantısı haline getiren hükümetin faturayı ağırlaştırdığını görmezden geliyoruz.  
Körleşmek, sağırlaşmak kurtarmıyor.
Aksine kendi çocukları ölmeyen, “şehitlikle şereflenmeyen’, içte ve dışta savaş siyasetin ateşli savunucularının kurbanı oluyoruz.
Türkan Elçi’ye kulak kabartıp bir kez daha düşünmek gerekmez mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...