14 Ekim 2016 00:30

No pasaran!

No pasaran!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

MHP lideri Bahçeli’nin, AKP’nin başkanlık konusundaki anayasa değişikliği önerisini meclise getirmesi çağrısı, ülke gündemini belirleyen tartışma haline geldi. Çünkü bu çağrı, ülkenin siyasi geleceğine yön verilmesi, yönetim şeklinin belirlenmesi bakımından nasıl kritik bir eşikte olduğumuzu da gösteriyor. 
Erdoğan’ın Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı seçilip “yönetim sisteminin fiilen değiştiği”ni açıkladığı günden bu yana ülkede fiilen “tek adam” iktidarına dayanan bir dikta yönetimi var. 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP’nin CHP ile olası koalisyonu engelleyip savaş ve kaos siyasetiyle 1 Kasım’da AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmasını sağlayan da bu “tek adam”dı. Çünkü “bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesi”ni istiyordu. Ancak 1 Kasım’da 317 milletvekili çıkaran AKP, anayasayı değiştirecek çoğunluğu sağlayamayınca bu fiili durum sürdü. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu girişimin “Allahın bir lütfu” olduğunu söyleyen Erdoğan, ilan edilen OHAL ve uygulamaya konulan KHK’leri bu fiili dikta rejiminin önündeki engellerin ortadan kaldırılmasının dayanağı olarak kulandı. Bu fiili dikta rejimine “başkanlık” adı altında “hukuki/anayasak bir çerçeve” kazandırmanın mümkün görünmediği koşullarda Erdoğan, OHAL’i yeni seçimlere kadar sürdürmenin hesabını yapıyordu. Zaten bunu da “OHAL, 1 yıldan fazla sürebilir” diyerek açık açık söylüyordu.
İşte Bahçeli’nin başkanlık için yaptığı çağrı, AKP-Erdoğan’ın bir süre daha fiilen sürdürme hesabını yaptığı bu dikta rejimini “yasallaştırma” fırsatını doğurdu. Bu çağrının hemen ardından Bahçeliye teşekkür edip “AK Parti olarak bizim baştan beri söylediğimiz şey, Türkiye fiili durumu hukuki durum haline dönüştürmek mecburiyetindedir” diyen Başbakan Yıldırım, başkanlığı içeren anayasa değişikliğini en kısa sürede meclise sunacaklarını açıkladı. 
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Erdoğan ve Yıldırım yaptıkları açıklamalarla ülkenin 2 yıldır anayasaya aykırı bir fiili durumla yönetildiğini açıkça söylüyorlar. Yani ülkede 2 yıldır “anayasal suç” işleyen bir yönetim var. 
Bahçeli’nin önerisine dönersek, bu önerinin öyle hesapsız, pazarlıksız gündeme getirilmediği açıktır.  Her şeyden önce hatırlatmakta yarar var: MHP’de Bahçeli’nin sonunu getirecek olası bir olağanüstü kurultay sürecini yargıyı devreye sokan iktidar engellemiş ve deyim yerindeyse Bahçeli’nin ipini eline almıştı. Şimdi Bahçeli, başkanlığa ‘yeşil ışık’ yakarak, partisini baraj altında bırakacak olası bir erken seçimi de gündemden çıkarmak istiyor. Tabi şunu da unutmamak gerekir ki, bugünkü fiili dikta rejimi MHP’nin savunduğu politikaları fazlasıyla uyguluyor. Tıpkı MHP’nin başbuğu Türkeş’in askeri dikta döneminde “fikrimiz iktidarda” demesi gibi.
AKP kulislerini yakından takip eden, daha doğrusu AKP’nin medyadaki sözcülerinden biri olan Abdulkadir Selvi, anayasa değişikliği konusunda MHP’nin “kırmızı çizgileri”nin “anayasanın ilk 4 maddesinin değiştirilmemesi”, “üniter yapıya dokunulmaması” ve “eyalet sisteminin önerilmemesi” olduğunu ve bu taleplerin AKP tarafından kabul edildiğini yazdı. Bugün meclis başkanı oy kullanamadığı için 316 milletvekili olan AKP’nin, 40 milletvekili olan MHP’nin desteğiyle anayasa değişikliği için gerekli 367 oyu bulması mümkün değil. Ama MHP’nin 14 oyluk desteğiyle başkanlık ile ilgili anayasa değişikliğini referanduma götürmek için gerekli 330 oyun bulunması mümkün. AKP’nin istediği de bu: Darbe girişiminden sonra halkın Erdoğan’a verdiği desteği yapılacak referandumla bir fırsata çevirmek ve dikta rejimini hukuki/anayasal bir kılıf içine almak.
Başkanlığın, yani tek adam diktatörlüğünün yasallaşmasının ülkede çok daha karanlık bir dönemin kapılarını açacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Nihayetinde ülkeyi içeride ve dışarıda savaş politikasında ısrar eden ve kendisine biat etmeyen herkesi düşman gören bir lider yönetiyor. 
Zamanında Kürtlerin AKP ile “ver özerkliği, al başkanlığı” pazarlığı yaptığını söyleyen birçok sol ve ulusalcı-sol çevre, Kürt hareketi ile ülkedeki emek, barış ve demokrasi güçlerinin en geniş birlikteliğinin oluşmasını engelleyici bir tutum takınmışlardı.
Artık ülke dünle karşılaştırılmayacak kadar kritik bir eşiktedir ve saflar nettir. Bugün dikta rejimine karşı olan güçler bir araya gelemezlerse, yarın varlıklarını bile sürdüremeyecekleri koşullarla karşı karşıya kalacaklar. Bunun da ötesinde hiç bir gerekçe bu birliğe ayak direyenlerin ülkenin karanlık bir girdaba sürüklenmesinin suç ortağı olmalarını engelleyemez. Öyleyse yapılması gereken başkanlık adı altında dikta rejiminin kurumsallaştırılmasına karşı çıkan bütün güçlerin “dikta rejimine karşı demokrasi” talebiyle bir mücadele bloğu olarak birleşmeleridir. Tıpkı zamanında İspanya’da cumhuriyetçi, liberal, sosyalist demeden “no pasaran” (geçit yok) sloganı etrafında Franko faşizmine karşı birleşen güçler gibi…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...