14 Ekim 2016 00:23

Cehennem: Durmak yok

Cehennem: Durmak yok

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tepesinde kurşunlar vızıldarken bilmece çözen, Da Vinci Şifresi kahramanı Robert Langdon’un yolu üçüncü filminde İstanbul’a düştü. Kendisi Dan Brown romanlarının simgebilim profesörü, her macerada bir başka genç kadınla Paris ve Roma sokaklarını arşınladı da geldi. Washington D.C’de geçen üçüncü roman Kayıp Sembol’ü atladı, dördüncü roman Cehennem sinemaya uyarlanan üçüncü macerası oldu. Bu kovalamaca Floransa’da başlayıp çoğu orada geçse de, önce Venedik’e oradan İstanbul’a uzanıyor. Macera ipuçlarını çözüp oradan oraya koşturmak üzerine olduğu için, İstanbul finali de sırrın bir parçası. Ne kadar merak uyandırmaya yeter, göreceğiz.
Robert Langdon, uzmanlığı dini ikonlar ve semboller olduğu için, bir türlü kendi halinde bir üniversite hocası olamıyor. Aksiyon kendine çekiyor, hem de ne aksiyon. Da Vinci tablosundan çıkarak İsa’nın torununu bulmuşluğu, Vatikan’da darbeyi önleyip papayı sağ salim seçtirmişliği var. Bu kez hedefi büyütüp insanlığı kurtarmakla ilgileniyor, salgın hastalığı önlemeye çalışarak. Dünya nüfusunun ne kadar kalabalık olduğunu ve yüksek nüfusun zararlarını anlatan konuşmalarla açılıyor. Buna kafayı takmış bir zengin adam ölüyor, nüfusu azaltmak için ürettiği virüs kayıp. En az salgın hastalık kadar sinemada sıkça işlenmiş diğer gerilim unsuru da, hafıza kaybı. Filmin başında Langdon hastanede gözlerini bir açıyor, kafaya darbeyi almış, son günleri hatırlamıyor. Zengin manyağın planı, adamın tuttuğu Konsorsiyum adlı gizemli şirket, salgını durdurmaya çalışan Dünya Sağlık Örgütü, virüsü çalıp satmaya çalışanlar, o tarafta görünüp bu tarafta çıkanlar... Bütün bunların arasında hatırlamaya, çözmeye, kaçmaya çalışmak zorunda. İlk ipucu, Dante’nin İlahi Komedya’sından ilham alan Sandro Boticelli’nin Cehennem Haritası tablosu. Dokuz katlı, her katında başka bir günah işleyenlerin bulunduğu, dibe doğru daralan bir çukur. Ömrün ortasındaki şairin kendisinden sonraki öte dünya algısına yön veren tasviri gibi. Ama ilgisi epey zorlama: “insanlık sorun, cehennem çözüm” diyerek dünyaya ölümcül virüs yaymaya çalışan zengin adam, tabloyu değiştirip bir yerlerine şifre saklamış ki, oradan başka tablolara ve binalara gönderdiği kişiler sonunda virüsü bulsun... 
Filmde tablo göründüğü andan itibaren geniş bir plana geçip biraz olsun soluklanmak yok. Hemen hızla detaylara yönelen kamera, hemen koşuşturmalar, koşarken bulmaca çözmeler falan lazım çünkü. Da Vinci Şifresi’ndeki Son Yemek tablosunu sindirmeden koşmalar pek yavaşmış meğer, burada durup bakmaya ayrılan bir saniye yok. Adı Cehennem olduğu halde, kimse cehennemi görmesin istiyor gibi adeta. Durursa sonunun cehennem olacağını bilenlere mi gönderme? Romanda, tabloyu hiç görmeyen okur için yapılan anlatım muhtemelen filmden daha çok hakkını veriyordur. Ama zamane filmine zamane yorumu yapmak gerekirse “sıkıcı değil”, çünkü düşünmek, sindirmek gerektiren tabloyu incelemek, binayı izlemek, bulmaca çözmek gibi işler için bile durmaya kimselerin vakti yok. Arkalarından kovalayan var. 
Başroldeki Tom Hanks her zamanki şaşkınlığında. Yönetmen Ron Howard dublörlerle çalışmayı daha kolay buluyor sanki. Bu kadar sanat eseri ve mekan gezip onları aksiyonsuz bir sahnecik bile göstermemek, filmden çıkan seyircinin aklında hiçbir şey kalmasın diye tasarlanmış galiba. Bu kez de olan biteni tekrar tekrar açıklama ihtiyacı duyuluyor tabii. İstanbul sahnelerine kadar takati kalanları, küçük, hızlı ve fazlasıyla turistik bir tur bekliyor. İstanbul’a kovalamaca için gelen giden, eskiden beri çok olur zaten. Mekanlarsa, özellikle Bond’un 50 yıl önce Rusya’dan Sevgilerle’de kayıkla tadını gezişini akla getiriyor. Hocanın, meşhur ajan kadar bile durma alışkanlığı yok maşallah. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...