10 Ekim 2016 01:00

Katliamın ayak izleri

Katliamın ayak izleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

10 Ekim katliamının üzerinden bir yıl geçti ve hâlâ yüz bir yerinden kanıyor canımız. Kuşkusuz 10 Ekim ülke tarihinin en karanlık sayfalarından biri ama bu karanlığın nedeni sadece insanlık tarihinin en barbar örgütlerinden birinin böylesine vahşi bir katliamı yapmış olması değil. 10 Ekim, öncesinde ve sonrasında yaşananlarla birlikte ülkeyi yönetenlerin bizi nasıl bir felakete doğru sürüklediklerinin en ölümcül, en yaralayıcı göstergelerinden biri oldu.
10 Ekim davası, 7 Kasım’da başlayacak. Devletin hazırladığı iddianameye bakarsanız katliamın arkasında sadece birkaç bombacı ve onların birkaç bağlantısı var. Ancak katliamın ayak izlerini takip ederseniz, gerçek faillerin, bu katliamın hazırlayıcı ve azmettiricilerinin hiç birinin yargı önüne çıkarılmadığını görürsünüz.
Peki, katliamın ayak izleri bizi nereye/kimlere götürüyor?
Öncelikle şunu belirtelim. 2012-2014 arasında dinledikleri IŞİD’çilerin olası bombalı saldırılarını bildikleri halde onları dinlemekten vazgeçen istihbarat birimlerinin, katliam ile ilgili iki gün önceden istihbarat bilgisi aldığı halde bu bilgiyi ilgili birimlere katliamdan yarım saat önce bildiren Emniyet İstihbarat Daire Başkanının, katliamdan sonra yaralılara gaz sıkan polislerin bir tekinin bile dava dosyasında yargılanmaması, bizi gerçek faillere götürecek ayak izlerinin silinmesine yönelik bir girişimdir. Zerrece hukuk kaygısı olan herhangi bir yönetim için tam bir skandal olan bu yaklaşım, katliam dosyasında aynı zamanda hukukun da katledilmesine yönelik bir teşebbüs olarak yer almaktadır.
AKP-Erdoğan iktidarının Suriye’ye müdahale politikası bağlamında IŞİD ile yaptığı işbirliği bir “devlet sırrı” olsa da bu sırrı ifşa eden binlerce bilgi-belge var. Her şeyden önce silah yardımından petrol ticaretine, hastane ve “dinlenme tesisleri”ni kullanmadan sınırlardan rahatlıkla militan geçirmeye kadar bu işbirliğine dair IŞİD’lilerin kendi ifadeleri ve açıklamaları var. IŞİD desteklendi ve Adıyaman, Antep, Ankara, İstanbul gibi birçok kentte örgütlenmesine göz yumuldu.
IŞİD desteklendi, çünkü; AKP-Erdoğan iktidarı, Suriye’ye müdahale politikasının en başından beri  “tampon bölge” oluşturmayı savunuyordu. IŞİD’in ele geçirdiği bölgelerde “emirlik”ler kurması ve buraların hem rejime ve hem de Kürtlere karşı bir saldırı üssü olarak kullanılması, Türkiye’nin tampon bölge oluşturma politikasıyla uyumluydu.
IŞİD desteklendi, çünkü; AKP-Erdoğan iktidarı Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) özerk yönetimler oluşturmasını ülke içinde Kürt sorununun çözümünde istenmeyen sonuçlar doğuracak bir “tehdit” olarak görüyordu. Ve en somut biçimini Kobanê kuşatmasında gördüğümüz gibi, Kürtlerin bu oluşumuna karşı kullanılabilecek ve zaten kendisi de Kürtleri düşman ve rakip olarak gören en uygun ve etkili güç IŞİD idi. Erdoğan’ın “Kobanê düştü, düşecek” sözleri ülkeyi yönetenlerin kimi müttefik ve kimi düşman olarak gördüğünün en açık ifadesiydi.
Ankara katliamının ayak izlerini takip ederseniz, IŞİD’in ülke içindeki saldırılarının iktidarla kurduğu ilişkiye göre iki biçimde geliştiği de görürsünüz.
Birinci olarak, Diyarbakır, Suruç, Ankara saldırıları - ve bu saldırıların son halkası Antep- hedefin bu ülkedeki barış ve demokrasi güçlerinin olduğu saldırılardı. Zaten bu saldırıların failleri de Adıyaman’da örgütlenmiş ve Antep’te bir IŞİD hücresinde bir araya gelmiş kardeş ve arkadaşlardı. IŞİD’e katıldığı konusunda polis kaydı olan Orhan Gönder, 5 Haziran 2015’teki Diyarbakır saldırısından önceki gece kaldığı otelde polis tarafından kimlik kontrolü yapıldığı halde bırakılmasaydı ve ilişkileri açığa çıkartılsaydı, sadece Diyarbakır değil; Suruç ve Ankara katliamları da önlenecekti.
Bu saldırıların yapıldığı dönem, IŞİD’in iktidarla ilişkilerinin devam ettiği dönemdi. 10 Ekim katliamından iki gün sonra dönemin Başbakanı Davutoğlu, “Elimizde canlı bombaların listesi var. Ama eylem yapmadan onları yakalayamayız” demiş ve bir hafta sonra da bu saldırıların kime yaradığını itiraf edercesine “Ankara olayından sonra oylarımız arttı” açıklamasını yapmıştı.
Bu dönemde 7 Haziran’dan sonra AKP’nin yeniden tek başına iktidar yapılması için savaş ve kaos planı devredeydi.
IŞİD saldırılarının ikinci biçimi ve dönemi, ABD-Rusya müdahalesi ve Kürtlerin Rojava’da bu güçlerle işbirliği halinde kazandığı pozisyondan sonra iktidarın IŞİD’i destekleme koşullarının kalmadığı dönemde gerçekleştirilen saldırılardı. İktidar, sürecin tamamen dışında kalmamak için IŞİD’e karşı İncirlik üssünü ABD’ye açmak zorunda kalmıştı. Bu dönemde IŞİD, iktidara uyarı niteliğinde Sultanahmet (Ocak 2016), Beyoğlu/İstiklal (Mart 2016) ve Atatürk Hava Limanı (Haziran 2016) saldırılarını gerçekleştirdi.
IŞİD’in Ağustos ayındaki Antep saldırısı, Minbîç’in Demokratik Suriye Güçleri tarafından alınmasından sonra Kürtleri hedef alan ve iktidarın Cerablus’a girerek Kürtlere karşı tampon bölge oluşturmak için kullandığı bir saldırıydı. Bu bakımdan Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarının bir devamı niteliğindeydi.
Evet, Ankara’nın orta yerinde bir katliam yapıldı. Ve uyguladıkları politika ile bu katliama zemin hazırlayan, katilleri destekleyen ve katliamdan nemalananlar var. Bugün katliamının üzerinden bir yıl geçti ve biz ilk gün gibi öfkeli ve acılıyız. Ancak şu da bilinsin ki, katliamın ayak izlerinin bizi götürdüğü gerçek failler/azmettiriciler yargı önüne çıkarılıp onlardan hesap soruluncaya kadar bu davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...