Medyanın 10 Ekim imtihanı
Fotoğraf: Envato
Geçen sene, tam bu yazıyı yazdığımın bir sene öncesi, Üsküdar’da arkadaşlarımla görüştüğümde bana “Akşam Ankara’ya yola çıkıyoruz, geliyor musun” demişlerdi, tembelliğimden mütevellit gelemeyeceğimi, yaşlandığımı söylemiştim, “sağlık olsun” demişler ve gülüşmüştük. Döndüklerinde görüşecektik, o gün gördüğüm insanların bir kısmı o cumartesi öldü, sağ kalanların yarasını sarmak kolay olmadı, olmayacak. 7 Haziran’da yeşeren ümidimiz adım adım sönmüş önce 20 Temmuz’da Suruç’ta, ardından 10 Ekim’de Ankara’da pek çok arkadaşımızı barış ümidine kurban verdik.
Her ayın 10’unda kaybettiklerimizi anmamıza rağmen insan katliamın üzerinden bir yıl geçtiğine inanamıyor. Bu bir yılda başka kayıplar da verdik hiç birinin nedenleri, arka planı aydınlatılmadı. İktidar ortaya bir “terör örgütü kokteyli” atarak sorumluluklarından sıyrılmaya çalıştı. Katliamdan 25 gün önce istihbarat almasına rağmen emniyetin hiçbir şey yapmadığı ortaya çıktı. Haberini yapan Cumhuriyet Gazetesi Muhabiri Kemal Göktaş ile Evrensel Gazetesi Muhabirleri Cem Gurbetoğlu ve Tamer Arda Erşin hakkında soruşturma açıldı. Katliama ilişkin iddianame temmuz ayında yazıldı ve kabul edildi. İhmali olan kamu görevlilerine ilişkin bir soruşturma yapılmadığı ortaya çıktı, katliam “AKP Hükümetini yıpratmaya dönük bir eylem olarak” tanımlandı. İddianamede katliamı düzenleyen Yunus Durmaz’ın Gaziantep’te düğünlere saldırmak için izin istediğine ilişkin yazışmalar vardı, 20 Ağustos’ta düğündeki patlamada 54 kişi öldü.
Medyanın katliam sınavı ise ayrı bir felaketti. Disk Basın İş’in bir araya getirdiği bir grup araştırmacı olarak 10 Ekim Katliamı’nı medyanın nasıl gördüğünü analiz ettik. Siz bu satırları okurken Ankara’da sonuçlarımızı sunuyor olacağız. Televizyonların gazetelerin “tarihin en büyük katliamı” olarak nitelediği Ankara Katliamı gazetecilerin soru soramadığı, yayın yasakları nedeniyle habercilik yapamadığı, yandaşların mağduriyeti AKP’ye; en muhalif görünenlerin sorumluluğu siyasi çekişmelere bağladığı bir yayıncılıkla aktarıldı. Hükümete yakın ya da hükümeti kızdırmak istemeyen televizyonların katliamın sorumluluğunu bir türlü tek başına İŞID’e yükleyemediğini gördük. Güvenlik zafiyetine ilişkin sorular ancak o dönem AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in buna dair açıklamaları üzerinden verilebildi. Polisin yaralılara ve onlara yardım edenlere gaz atması, hastanelerde yaşananlar, olay yerinin daha deliller doğru düzgün toplanmamışken “tertemiz” hale getirilmesi pek çok haberde yer bulamadı. Her zaman olduğu gibi ölenler yaralananlar üzerinden dramatizasyon ön plana çıkmış, alınmayan önlemler, mağduriyeti arttırıcı uygulamalar gözyaşları arkasına gizlenmişti. O günü “yas günü” ilan ederek habercilik yerine “milli birlik ve beraberlik” çağrısı yapanlar sonrasında da haberlerinin peşine düşmediler. İddianame haber oldu ama ona ilişkin ailelerin, sivil toplum kuruluşlarının itirazları göz ardı edildi. Bunları yazabilen, yayımlayabilen gazetecilerin bir kısmı hâlâ haklarında açılan soruşturmalarla mücadele ediyor, televizyonlar ve radyolarınsa büyük kısmı geçtiğimiz hafta mühürlendi.
Salı gününü tamamlayamadan yazı size ulaşmıştı. Hayatın Sesi televizyonunun ardından polisler eşliğinde RTÜK üyeleri önce IMC TV’ye ardından Özgür Radyo’ya geçtiler. Kapılar kırıldı, radyo çalışanları ve haber yapmaya, desteğe gelenler dahi gözaltına alındı. Akşam protesto için Galatasaray Meydanı’nda toplandığımızda12 televizyon 11 radyo kapatılma işlemleri bitmişti. Ertesi gün, Basın İlan Kurumunun resmi ilan ve reklamlarla ilgili yönetmeliği değişti. Yönetmeliğin 110. maddesi Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar nedeniyle ceza davası açılan gazetecilerin gazeteye tebliğ tarihinden itibaren beş iş günü içerisinde işten çıkarılmamaları halinde resmi ilanlarının kesileceğini söylüyor. Basın İlan Kurumu bağımsız değil, üyelerini devletin atadığı bir kurum. Uzun bir zamandır hükümetin kendisine muhalif gördüğü gazeteleri nasıl değerlendirdiğini bilemediğimiz bir süreçle basın etiğine aykırı haber yaptıkları gerekçesiyle ilanlarını keserek cezalandırıyordu. Artık elinde hukuksuz ama çok daha kullanışlı bir sopa var. Haber yapan her gazeteci kolaylıkla Terörle Mücadele Kanunu’ndan yargılanırken, Basın İlan Kurumu yargılamanın sonucunu dahi beklemeden işten atılmalarını istiyor. Gazetelerin bu sansüre boyun eğeceğini, gazetecileri feda edeceğini düşünmüyorum ama artık ekonomik olarak daha zor koşullardalar.
Bu hafta 10 Ekim Katliamı’nda kaybettiklerimizi anacak, geçen bu bir yıllık süreci hatırlayacağız sıklıkla. Mühürlenmeseydi televizyonlarda, radyolarda bu anmalar yayımlanacak, bu yazıda ancak bir kısmına yer verebildiğim ihmaller, hukuksuzluklar, mağduriyetler, barış umudunun nasıl adım adım yok edildiği dile getirilecekti. Onun yerine bol bol “terör soslu analizler”, “milli birlik ve beraberlik” çağrıları izleyeceğiz. Televizyonları kapanan, gazeteleri baskı altındaki pek çok gazeteci ise alanlarda bizimle beraber olacak, haber yapmak, sesimizi duyurmak için. 10 Ekim hiç unutmadığımız acımızı hatırlatma, sorumlularından hesap sorma günü ama aynı zamanda birbirimize sahip çıkmamız, bir arada durmamız gerektiğini de hatırlama günü.
- ‘Konuşun kendi aranızda, evett…’ 07 Nisan 2024 07:59
- AKP için çalışan RTÜK, seçimden sonra ‘tarafsızlığı’ denetleyecek 29 Mart 2024 03:57
- Komşularımız söyleyecek biz çalacağız 24 Mart 2024 05:19
- Medyanın dertlerini Meta çözemezmiş 17 Mart 2024 05:06
- Evrensel ne işe yarar? 10 Mart 2024 05:59
- RTÜK Başkanı’nın çilesi 03 Mart 2024 04:18
- ‘Siz gazeteci misiniz?’ 25 Şubat 2024 04:15
- ‘Gurban’ üzerinden devlet-sermaye ve medya ilişkileri 11 Şubat 2024 04:52
- Düşen yapraklar, değişmeyen sınıf çatışması 28 Ocak 2024 04:36
- Haberin sahibi kim? 14 Ocak 2024 04:59
- Yolumuz uzun, medya bizim 31 Aralık 2023 06:32
- Yaprağını yerken kıtır kıtır, sapına gelince me! 24 Aralık 2023 04:50