05 Ekim 2016 01:00

SSCB'de spor anlayışı ve temelleri -3: Çarlık Rusyası ve Sovyetlerde sporcu kadın

SSCB'de spor anlayışı ve temelleri -3: Çarlık Rusyası ve Sovyetlerde sporcu kadın

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Yengeç balık değildir, kadın da insan”.

19. yüzyıl Rus edebiyatının güçlü kadın karakterleri ya da 2. Katerina gibi kudretli çariçeler aksini düşündürse de devrim öncesi Rusya topraklarında kadının yeri bir köleninkinden farksızdı.
Dünya Savaşı öncesi nüfusun yüzde 86’sı kırsal kesimlerde yaşıyordu ve yazının girişinde aktardığımız atasözü buralarda hayli yaygındı.

Kadın, çoğunlukla görücü usulü gerçekleştirilen evliliklerle eşine tabi kılınıyor, ona her şekilde itaat etmesi isteniyordu.

Çarlık yasaları, erkeğin eşini dövmesini yasallaştırıyor, kadının “ailenin reisi”ne sevgi ve saygıda kusur etmemesi kanunla zorunlu hale getiriliyordu.

Evlilik dini nikahla gerçekleştiriliyor, kadının kendi isteğiyle boşanmasına izin verilmiyor, kadının seyahat özgürlüğü kısıtlanıyordu. 

Kürtaj yasaktı, evli olmayan kadınların çocukları ise evli kadınların çocuklarıyla eşit haklara sahip değildi.

Kısacası, yasalar bakımından kadın ile erkek arasında büyük bir uçurum söz konusuydu. Bu uçurumun etkileri eğitim başta olmak üzere yaşamın her alanında hissediliyor, kırsala uzandıkça büyüyordu. 1. Dünya Savaşı’na gelindiğinde 50 yaşın altındaki 8 kadından yalnızca 1’i okuma yazma biliyordu.

Böylesi bir ortamda kadının hiçbir yerde yazılı olmayan adını, spora yazdırması imkansıza yakındı. Yine de 19. yüzyılla birlikte ülke sathında kent merkezli başlayan spor furyasına katılmaya kadınlar da gönüllüydü. Çarlık Rusyası’na göre kadın, toplumsal konumu ve anatomik yapısı sebebiyle spor yapmaya uygun değildi. Bu sebeple, ülkede modern beden eğitiminin kurucusu Peter Lesgaft’ın kadınlar için açtığı dersler engellenmeye çalışıldı. Lesgaft ise sporu, kadının özgürleşmesinin bir aracı olarak görüyordu ve bu çabasındaki inadını korudu. 

Kırsalda özellikle sirkler aracılığıyla kadın sporcu karakterler şöhret kazanıyordu. ‘Madame Atleta’, Trefilova-Bubnova gibi haltercilerin kaldırdıkları ağırlıklar bir nevi “ucube sirki” gibi Rus halkına izletiliyordu. Kadın güreşçiler de bu sirklerin diğer üyeleriydi. Efsanevi güreşçi Ivan Poddubny’nin eşi Masha Poddubnaya, 1910 öncesi 6 ulusal şampiyonluk kazanmıştı. Ancak ‘mujik’in (köylü) sporu olarak görülen boks ve güreş kentlerde fazla yaygınlaşamadı.

Devrim öncesi Rusya’da kadın, spordan itinayla uzak tutulurken, mücadeleyle kazanılan alanlarda da kadın ile erkeğin yan yana bulunmaması sağlandı. 

DEVRİMDE KADINLAR VE SPOR

“Mücadele” evet, eşitsizliğe, dışlanmaya karşı kadının elindeki tek silah buydu. Bu mücadele, 1903’te Rus devrimcilerin, kadın-erkek eşitliği için talepleri programına almasını sağladı. 8 Mart 1917’de Petrograd’da kadın tekstil işçilerinin “Savaşa ve otokrasiye karşı ekmek” talebiyle başlattıkları büyük grev, tüm kente ve oradan da ülkeye yayılarak, devrimin fitilini yaktı. Toplumsal hayatta gücünü böylece hissettiren kadın, artık görmezden gelinemezdi. Devrimle birlikte Çarlık döneminden kalan ve yukarıda saydığımız tüm gerici yasalar lağvedildi.

Kadınlar 1919’dan çalışmaların durdurulduğu 1930’a kadar ‘Zhenotdel’ aracılığıyla devrimi, en ücra köşelere kadar taşımaya çalışırken, spor, halen erkek ve gelenek baskısının kırılamadığı yerlerde kadını toplumsal hayata çekmenin önemli bir vesilesi oldu. 

1920’lerden 1930’lara kadınlar futboldan buz hokeyine pek çok spor dalında kendi organizasyonlarını hayata geçirdi. Kadın, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar sporun içerisinde yer aldı. Olimpiyat oyunlarında her zaman için Sovyetler başta olmak üzere sosyalist ülkelerin kadın sporcuları, hem toplam sporcu oranı hem de madalya kazanan sporcu oranında “Batı kampı”nı geride bıraktı. Örneğin 1976 Montreal’de, Sovyet olimpiyat ekibinin yüzde 35’i kadın sporculardan oluşuyordu. Bu ortalama, dünyanın geri kalanında yüzde 20.58’di. Sovyetlerin 125 madalyasının da yaklaşık yüzde 30’u kadınlar tarafından kazanılmıştı. Doğu Alman kadınları, takımın yüzde 40’ını, Batı Alman kadınları ise yüzde 21’ini oluşturuyordu.(Aynı olimpiyatta ABD’de oran yüzde 26) Yine, Güney Amerika’da bu dönemde neredeyse hiç kadın sporcu yer almazken Küba adına yarışan 200 sporcudan 55’i kadındı. Olimpiyatta saha yarışında altın madalya kazanan ilk siyah kadın atlet de (1980 Moskova’da Maria Colon) Küba’dan çıkmıştı.

Bu başarılar sadece Sovyetler’de ve diğer sosyalist ülkelerde değil tüm dünyada kadının spora katılımını teşvik etti. 

‘FAZLADAN BİRKAÇ MADALYA’ MI?

Ancak kadının kadına seslendiği koşulların, Zhenotdel’lerin lağvedilmesi aracılığıyla güçsüzleştirilmesinin etkileri spor alanında da hissedildi. James Riordan, bu yazıda yararlandığımız temel makalesi olan ‘Rusya ve SSCB’de sporcu kadının yükselişi, düşüşü ve yeniden doğuşu’nda V. Rodichenko’nun 1973 tarihli “Kadında kültür fizik” yazısına atıfta bulunuyor ve hakim görüşü şu alıntıyla açıklıyor: “Spor seçerken kızlar, güzel figür, zarafet ve esneklik, erkekler ise güç, dayanıklılık, beceri ve hızı baz almalıdır.” Hayal kırıklığı verecek derecede cinsiyetçi bu “erkek tanımlaması” şaşırtıcı değil. Çünkü kadın, sahada kazandığı önemli başarılara rağmen Sovyetler’de dahi sporda söz sahibi olamadı. 1973 yılında tamamı erkeklerden oluşan SSCB Spor Komitesi, kadının “Kadın bedenine zararlı ve erkek röntgenciliğini teşvik eden” sporlar yapmamasını önerdi! “Kadın vücuduna zararlı” sayılanlar arasında futbol, güreş, judo gibi sporlar vardı. Yine de bu tip anlamsız kararların kadını durdurabildiğini söylemek güç. Örneğin 1980’lerde ülke çapında 4 ulusal judo şampiyonası düzenlendi. 15 bin kadın, judo kulüplerine üyeydi.

Sovyet deneyimiyle kadınlar, spora geniş bir katılım göstererek dünyanın en başarılı sporcularını bünyesinden çıkarsa da belli ön yargıların, “erkek” tahakkümünün baskısından tam olarak kurtulamadı. Özellikle ‘Soğuk Savaş’ koşullarında sporun Sovyetler için de bir “İdeolojik meydan okuma” alanı haline gelmesi ve rekabetçi sporlara öncelik verilmesi “Sporcu kadın”ın varlığının “Fazladan birkaç madalya” anlamına gelip gelmediğini sorgulatabilir. Çünkü önceliğin “madalya” ve “kazanmak” haline geldiği hiçbir ortamda spor, Lenin’in tanımladığı ölçüde özgürleştirici bir aktivite halini alamaz. Bunun için ilk yazıdan yaptığımız bir Lenin alıntısıyla seriyi sonlandıralım: “Ancak sosyalizmde ve komünizmde herkesin istediği bedensel aktiviteyi seçme ve kendini tam olarak gerçekleştirme hedefine erişme şansı olacaktır. Bu sadece toplumun üyelerinin ihtiyacını karşılamayacak aynı zamanda tam refahı ve toplumun tüm üyelerinin her alanda özgür gelişimini sağlayacaktır.”

SSCB'DE SPOR ANLAYIŞI VE TEMELLERİ -1

SSCB'DE SPOR ANLAYIŞI VE TEMELLERİ -2

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...