03 Ekim 2016 00:52

Demek ki bir hocanın hezeyanı değilmiş!

Demek ki bir hocanın hezeyanı değilmiş!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Başımıza gelen birçok şey Suriye politikasının sonucu” demişti Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş. Bu açıklama, Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında temellerini ortaya koyduğu ‘yeni Osmanlı’cı politikanın iflas ettiğinin itirafıydı. O dönem “reis”in yanaşması birçok yazar “bir hocanın hezeyanı” değerlendirmeleri eşliğinde bu politikanın faturasını Davutoğlu’na çıkarmıştı. Ancak Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde “Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar (…) Hala bunun Mücadelesini veriyoruz” sözleriyle yaptığı Lozan çıkışı, bu politikanın sadece bir hocanın hezeyanı olmadığını bir kez daha gösterdi.

Öncelikle şunu söyleyelim: Erdoğan’ın Lozan çıkışı, kimi Kemalist-ulusalcı çevrelerin sandığı gibi sadece M. Kemal ve İnönü ile hesaplaşma anlamı taşımıyor. Bu açıklama aynı zamanda Erdoğan’ın güncel politik yönelimini de ortaya koyuyor.

Peki,  bugün Türkiye’nin adaları işgal gibi bir planı olmadığına göre, acaba Erdoğan neyin mücadelesinden söz ediyor?

Elbette Suriye’den ve tabi onunla iç içe geçmiş olan Irak-Musul meselesinden.

Suriye ve Irak tezkeresi, mecliste bir kez daha uzatıldı ve bilindiği gibi Erdoğan, bir süreden beri ABD Başkanı Obama ile Rakka ve Musul’a asker gönderme konusunda pazarlık yapıyor. İşte Lozan çıkışı tam da bu noktada önem kazanıyor. Erdoğan, Türk askerini savaş bölgesine sürme hazırlığı yaparken bu politikayı Lozan’da kaybedileni tekrar kazandıracak bir hamle gibi göstermek istiyor. 

Rakka’dan başlarsak, Erdoğan oraya niye girmek istediği sorusunun cevabınıbir ay önce Çin’de yapılan G-20 zirvesinin dönüşünde vermişti: “Neler yapılabileceği (Rakka’ya asker gönderilip gönderilmeyeceği), görüşmeler neticesinde netleşecek. Orası ABD’nin tutumuna bağlı. Ancak, biz artık bölgede var olduğumuzu göstermek durumundayız. Eğer geri adım atarsak, oralara işte DAİŞ gibi, PKK gibi, PYD gibi, YPG gibi terör örgütleri yerleşir. Benzer riskler Irak için de söz konusu.”  

Rakka, IŞİD’in elinde olduğuna göre, Erdoğan’ın bütün derdi buranın kurtarılması için yapılacak operasyona YPG’nin katılmasını engellemek. ABD ile yapılan pazarlık bu. “Kürtleri bırakın, biz askerimizi gönderelim” diyor Erdoğan.  Cerablus’a girmenin de, tampon bölgeyi El Bab’a genişletmek istemenin de, Türkiye sınırı ile yakından uzaktan alakası olmayan Rakka’ya asker göndermeye hazır olmanın da nedeni Suriye Kürtlerinin bir tehdit olarak görülmesi. Çünkü bu “tehdit”, iktidarın ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı politikaların sürdürülmesini önemli oranda zora sokuyor.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Rakka operasyonuna dahil olmak ve bununla birlikte el Kaide türevi ÖSO gruplarını etkin hale getirmek, Türkiye’yi sadece Kürtlerle karşı karşıya getirmeyecektir. Böylesi bir adım aynı zamanda Türkiye’yi Rusya, Suriye rejimi ve İran ile de karşı karşıya getirecektir.

 Musul meselesine gelince…

Erdoğan iktidarının Rakka gibi, Musul operasyona katılmaya bu kadar istekli olmasının ve bu temelde pazarlıklar yapmasının da “milli güvenlik”le alakası olmadığı açıktır.

Musul, sahip olduğu zengin enerji kaynaklarıyla yüz yıldır Türk burjuvazisinin ağzını sulandırıyor. Erdoğan’ın Lozan çıkışı, bu emperyal hayalin halen ne kadar canlı olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle Davutoğlu’nun kitabını yazdığı ‘yeni Osmanlı’cı yayılmacı politika, Erdoğan ve temsil ettiği burjuva güçler şahsında halen kendini var etmeye çalışıyor.

Bu yayılmacı politikayı ‘var etme’ çabası, Musul’a asker göndererek buranın IŞİD’in elinden alınmasında rol alma ve bu temelde Musul’un geleceğinde söz sahibi olma arayışında kendini gösteriyor. Bilindiği gibi uzunca bir süredir hazırlığı yapılan Musul operasyonuyla ilgili en önemli tartışma, buranın hangi güçlerle kurtarılacağı konusunda düğümleniyor. Türkiye, Musul’un Irak’ta baştan beri desteklediği Sünni güçler arasında yer alan eski Musul Valisi Esil Nuceyfi tarafından “kurtarılması”nı istiyor-ki Nuceyfi, Musul’u çatışmadan IŞİD’e teslim etmişti. Bilindiği gibi Aralık 2015’te patlak veren ‘Başika krizi’ de bu nedenle yaşanmıştı. Türkiye, Başika kampında Nuceyfi’ye bağlı Sünni milisleri (Haşd el Vatani) eğitme adı altında 25 tank ve yüzlerce asker göndermiş ve Irak hükümetinin tepkisi sonucu bu güçlerini geri çekmek zorunda kalmıştı. Erdoğan iktidarı, nasıl Suriye’de ÖSO’ya destek adı altında askeri savaş bölgesine sürüyorsa, Musul’a da Nuceyfi’ye bağlı milis güçleri desteklemek adına asker göndermek istiyor. Çünkü buranın Türkiye ile işbirliği halinde olan Sünni güçler yerine Şii milisler (Haşd el Şabi) ve Kürt Peşmergeler tarafından kurtarılması, Musul hayalinin sonu anlamına gelecek. Demek ki ‘yeni Osmanlı’cı dış politika sadece bir hocanın, Davutoğlu’nun hezeyanı değilmiş. “Dostları çoğaltma” adı altında revize edilmek zorunda kalınmış olsa da bugün bu politika Erdoğan ve temsil ettiği burjuva güçler şahsında halen kanlı-canlı bir politik yönelim durumunda. Ancak şurası da kesindir: Rakka’da ya da Musul’da askeri savaşa sürme politikasının bu ülkeye kazandıracağı bir şey yok. Aksine bu adım halklarımızın başına bugün yaşananlardan çok daha fazla belayı getirecek ve “vatan-millet” edebiyatı eşliğinde peşinde koşulan yayılmacı emeller ülkeyi emperyalistlerin savaş arabasına bağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...