30 Eylül 2016 01:00

Çaresizler, zavallılar!

Çaresizler, zavallılar!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Mondy’s’in kredi notunu düşürmesinden sonra Saray ve Hükümet destekçileri yeni bir “Batı” karşıtı kampanya başlattılar. “Türkiye’ye karşıt” olduğu söylenen pek çok gelişme peş peşe sıralanıyor ve “sakın gevşemeyin” çağrıları yapılıyor. “Saldırının müttefiklerden geldiği” ve “Güney’den yürütüldüğü” -Suriye kastediliyor- ilan ediliyor. Bu arada mevcut durumu “eleştirel entegrasyon” diye tanımlayanlar da -B. Duran Sabah- bulunuyor. Bunlara göre Erdoğan’ın eleştirileri “ideolojik karşıtlık üzerine değil”, “Türkiye’nin en yakın müttefikleri tarafından uzun süredir önemsenmeyen somut çıkarları ile alakalı” dır vb.
Egemen sınıfın temsilcileri ve sözcüleri tarafından bu tür tespitler kuşkusuz yeni yapılmıyor. Türkiye’nin “dostları” tarafından bölünmek istendiği, “Önümüzdeki 25-30 yılda bölünmemeyi başarmamız” gerektiğini ilk dillendirenlerden birisi Süleyman Demirel’di. “Türkiye’nin dostları” denilen ülkeler ise zaten biliniyor. Bunlar başta ABD olmak üzere Almanya, İngiltere, Fransa vb. gibi ülkeler. Bu ülkelerin temel özelliği ise dünyanın belli başlı emperyalist güçleri olmasıdır. Bu ülkelerin dünyanın diğer ülkeleri üzerinde olduğu gibi Türkiye üzerinde de stratejik çıkarlarına dayanan hesapları kitapları bulunmaktadır.
Bu emperyalist hesap ve kitaplarla, Türkiye’nin kendi bölgesinde ve son yollarda “yeni Osmanlıcılık” hayalleri ile kışkırtılmış hesap ve kitapları arasında çelişkilerin olduğunu ise artık sağır sultan bile duydu. Ama aynı zamanda olaylar şunu da kanıtladı: Türkiye, -Rusya’da dahil edilmeli-  bu büyük güçlerle belirli anlaşmalara girmeden bölgede tek bir adım dahi atamaz. Ayrıca şu da anlaşıldı ki, bu emperyalist güçlerin arasındaki çelişkilere oynayarak Türkiye egemen sınıflarının yapabilecekleri aşırı ölçüde sınırlı ve manevra alanı da oldukça dardır. Bütün bu güçlerin ve ülkeyi yönetenlerin ise her ne üzerinde anlaşırlarsa anlaşsınlar, veya anlaşmamış olsunlar bölgede attıkları her adım emperyalist, yayılmacı ve gerici adımlardır, halkların çıkarlarına karşıttır. Çıkarılmak istenen yeni tezkere de bu gerici politikanın yeni bir halkasıdır.
Bir ülkeyi yönetenlerin hem “müttefiklerinden” şikayetçi olup, hem de büyük bir çaresizlik ve zavallılıkla onları komşu ülkelere müdahale etsinler diye kendi topraklarında konuşlandırmasının, onlara kapıları açmasının mantığı ve gerekçesi nedir? Genel bağımlılık ilişkisini dışta tutarak söyleyecek olursak, her halde şu hesap yapılıyor: Birbirleriyle de tam anlaşamayan ne kadar büyük güç bölgeye gelirse, hem benim manevra alanım hem de onlar nezdinde ağırlığım artar.Bu tür hesapların sadece gerici hesaplar olmadığı, aynı zamanda yanlış hesaplar olduğu da kanıtlanmış durumda değil mi? Yok öyle değilse niye ağlayıp, sızlanıyorsunuz? Evet onlara karşı ideolojik bir karşıtlığınız yok ve “çıkarlarımız” dediğiniz çıkarlarda gerici, yayılmacı, halklar arasında düşmanlığı körükleyen çıkarlar. Ama bilmeniz gereken bir gerçek var ki, o da şu: Bu tür ilişkiler içinde de kimse kimsenin güzel hatırı için politikalar yürütmez, yürütmüyor! Atılan her adım gırtlağa kadar belaya gömülmenin adımı oluyor.
Ülkeyi yönetenler açısından bütün bu gerici hesap ve kitaplar gelip nerede düğümleniyor? İçeride ve dışarıda -özellikle Suriye’de- Kürtlerin en temel haklarının inkar edilmesi, Kürtlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesinin önünün kesilmesi! Ama artık bunun olmayacağı, olamayacağı da yeterince açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Elbette bunun biçimi ve zamanı bugünden öngörülebilir değildir. Çünkü bölge kaynamakta, güç ilişkileri değişmekte, bütün hesaplar yeniden yeniden yapılmaktadır. Değişmeyen ve değişmeyecek olan ise şudur: Kürtler bu gölgede ayakları üzerine dikilmeyi başarmışlardır ve hakları olanı er ya da geç koparıp alacaklardır. Bizim isteğimiz ise bölge halklarının hem bölge dışı güçleri kovmayı başararak, hem de kendi gericileri ile hesaplaşarak birlikte, kardeşçe, haklara saygılı bir yaşamı kurmaya girişmeleridir.

NOT:  Bu yazının yazıldığı sırada Hayatın Sesi’nin TÜRKSAT üzerinden yayını durdurulmuştu. Ama bilinmesi gerekiyor ki, Hayatın Sesi yaşamı üretenlerin sesidir. İşçinin, emekçinin, kadının, gencin sesidir. Bu sesi susturacağını sananlar boş hayaller kuruyorlar. Yeni bir çaresizlik ve zavallılık örneği sergiliyorlar. Hayatın Sesi mücadelenin sesidir. Bu mücadele susmayacak, sinmeyecektir. Mücadelenin sesi fabrikalarda, işyerlerinde, emekçi semtlerinde, okullarda ne kadar gür yükselirse, Hayatın Sesi o kadar güçlü yankılanacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...