25 Eylül 2016 00:22

Darbe ve Av Zamanı

Darbe ve Av Zamanı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Darbe (Ümit Efekan 1990), işkenceye dayanamayarak örgüt arkadaşlarını ele veren, daha sonra da Pişmanlık Yasası’ndan yararlanarak estetik ameliyatla yüzünü ve kimliğini değiştiren bir devrimcinin yeni hayatında kendisiyle hesaplaşmasını anlatan bir filmdir. Onun itiraflarıyla örgütten pek çok arkadaşı içeriye girmiş, bir arkadaşı da idam edilmiştir. Kimliğini gizleyerek karısı ile tekrar ilişki kurar, ama gerçek anlaşılınca karısı, devrime ve arkadaşlarına ihanet ettiği için onu reddeder. İşkenceye dayanmak için direnen ama sonuçta yenik düşen itirafçı ise tek suçlunun kendisi olmadığını, “toplum sorunları ile ilgilenmeyen suskun aydınların da kendisi kadar suçlu olduğunu” düşünmektedir.
Televizyonda yayınlanan 80’li yılların bir özeti yayınlanmaktadır. Bir milyon insanın ölümüne yol açan körfez savaşı, işgalci İsrail askerlerinin bir direnişçinin kollarını taşlarla vurarak kırdıkları görüntüler... O esnada çalan kapıyı açan kadın, karşısında eşi Hamdullah Şimşek’i soran polisi bulur. Teşhis için karakola gelmesini söyler polis.
Morgda ölü diye teşhis ettirdikleri kocası ölmemiştir. Pişmanlık yasasından yararlanarak itirafçı olan Hamdullah artık hayata yeni bir yüzle, yeni bir kimlikle devam edecektir. Yeni kimliğiyle Yavuz, polis tarafından yerleştirildiği evden dışarıya baktığında “Kim bilir bu koca şehirde kaç hain, kaç namussuz, kaç korkak yaşıyordur? Yiğitler, yiğitler de vardır ama.” diye düşünür.
Uzandığında tavandan sarkan ampul idam ipi gibi görünür gözüne. Gözleri bağlı, işkence gördüğü anları anımsar. Hiç kimsenin, en güçlü hayvanların bile dayanamayacağı kadar ağır işkencelerden geçtiğini, çok büyük acılar yaşatıldığını düşünür. Yaşadığı her an, her ses her görüntü ve hareket gördüğü ağır işkenceleri çağrıştırır.
Gerçek kimliğiyle yaşadığı eski hayatının izini sürmeye başlar. Eski dava arkadaşı Taner’le bağlantı kurar, onun kaçıp kurtulmasını ister. Eşinin, oğlunun hayatlarını izler uzaktan uzağa. Devletin ayarladığı bir işte çalışmaya başlar. Bayramda eşinin oğlunun, anne ve babasının mezarı başında gözyaşı dökerek dua ettiğini görür. Karısı onun bir devrimci olarak öldüğüne ya da öldürüldüğüne inanıyordur. Babasını soran oğluna da bunları söyler.
Karısı Narin’le, oğluyla iletişim kurmaya çabalayan Hamdullah’ın karşılaşmaları, buluşmaları çoğaldıkça eski eşiyle aralarındaki ilişki duygusal bir ilişkiye dönüşür. Kocasının anılarıyla dolu yaşayan Narin’i, çelişkiye sürükler yaşadığı duygular. Kocasının can ciğer arkadaşı Ali Akkuş’un annesi Hatice teyze uğramış, oğlunun izini bulamadığını, kayıp olduğunu söylemiştir. Narin de gündelik yaşamındaki sıkıntılarını aktarırken bu bilgiyi de söyler adama. Ali Akkuş da Hamdullah’ın itiraflarıyla/teşhisiyle yargılanan ve idam edilen bir devrimcidir.
Karısı ve yeni kimliğiyle Yavuz birlikte olurlar. Gelen esrarengiz telefonun ardından buluşmaya giden Narin, Hamdullah’ın eski dava arkadaşı Taner’den Yavuz’un gerçek kimliğini öğrenir. Yavuz diye âşık olduğu, birlikte olduğu adam, saygı duyduğu anısını yüreğinde yaşattığı devrimci olarak öldüğünü ya da öldürüldüğünü sandığı, gerçekte ise itiraflarıyla örgütünü ve dava arkadaşlarını ele veren, ölümüne neden olan eski kocası Hamdullah Şimşek’tir.

AV ZAMANI

Ferit Edgü’nün senaryosuyla Erden Kıral’ın yönettiği 1987 yapımı film, 12 Eylül öncesinde yaşanan terörden kaçarak bir adaya sığınan ancak burada da terörden kaçmanın mümkün olmadığını gören bir yazarın hikâyesini anlatmaktadır.
12 Eylül öncesinin -yakın arkadaşının da öldürüldüğü- terörize edilmiş ortamından etkilenip yazmayı bırakan bir yazarın, yerleştiği Cunda Adası’ndaki yaratı krizlerinin hesaplaşmasını izleriz filmde. 80 sonrası darbenin yarattığı ‘bunaltı’ günlerinde yalnızlaşan, yenilgi ya da korku duygusuna kapılan aydınların/küçük aydınların, ‘kaçış’ günlerine çokça tanıklık ederiz.
Kahramanımız 12 Eylül öncesinin her gün ölüm haberlerinin olduğu terörlü günlerinden yılmıştır, her şeyden vazgeçerek doğaya sığınmak için Cunda Adası’na gider, oradaki evine yerleşir. Bu bir kaçıştır fakat kısa bir süre sonra terörün adaya da sıçramasıyla kaçışın olanaksızlığını anlar.
Film bir cinayetle başlar. Sabah evinden çıkan bir adam silahlı iki genç tarafından evinin önünde öldürülür. Yere düştüğünde can verirken gözlük ve çantasından uçuşan kâğıtlardan vurulanın ‘aydın’ olduğunu anlarız. Öldürülen bilim insanı da yazar olan kahramanımızın yakın arkadaşıdır.
Yıllar sonra baba toprağına, kürkçü dükkânına dönmüştür. Adada yaşayan çocukluk arkadaşı, olan, adanın tarihini araştıran avcılık ve balıkçılıkla uğraşan eski dostuna “Günlerini nasıl geçiriyorsun” diye sorar. “Zor geçiyor günler ama yakında av mevsimi başlar” yanıtıyla duraklar kahramanımız. “Av mevsimi... Daha başlamadı mı av mevsimi? Ben çoktan başladığını sanıyordum” diyerek yaşanan toplumsal koşullara gönderme yapar. Ülkede bir av ortamı vardır, eli silahlı avcılar ve avlananlar... Genç insanlar, aydınlar, gazeteciler, düşün insanları, yazarlar çizerler her gün eli silahlı avcıların katlettiği avlardır.
Radyo haberleri arka arkaya işlenen cinayetleri, yapılan katliamları, Bursa’da silahlı eğitim yaparken yakalananları verir. İstanbul’da kahveler taranıyor masum insanlar öldürülüyor, Çorum’da, başka yerlerde katliamlar yapılıyordur. Gaziantep’te silahlı saldırıya uğrayanlar, öldürülenler, ağır yaralananlar, yakalananlar...
İstanbul’da balık kalmadığı için adaya yerleşen bir balıkçı kahramanımızın hayatını yazmak için adaya geldiğini öğrenince gösterdiği “ama henüz ölmedi ki daha” tepkisi yeni bir yüzleşmeyi daha başlatır.
Yaşamını yazmaya karar verdiği kişi, eli silahlı avcılar tarafından öldürülen, kahramanımızın adaya gelmesine ve yeni içsel yolculuklara çıkmasına neden olan bilim insanı arkadaşıydı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa