18 Eylül 2016 00:19

Yolcular gelip geçse de ‘Yol’ baki!

Yolcular gelip geçse de ‘Yol’ baki!

Paylaş

Tarık Akan da öldü... Onun sinemacı kimliği hakkında çok söz söylemeye gerek yok herhalde. 66 yıllık bir yaşamın 45 yılını alan sinema emekçiliği ve 111 film... Sinema tarihine adını çoktan yazdırmış büyük bir sanatçı, usta bir aktör... 
Sadece bir oyuncu değil, politik bir figürdü de Tarık Akan. 70’lerin ortalarından itibaren Türkiye’nin kaynayan toplumsal ikliminde politikleşti. Emekten, demokrasiden, soldan atmaya başladı yüreği. Kuşkusuz ki aydınlık, güzel yarınlardan yanaydı. Ama onun politik kimliğini bölüp parçalayan bir trajik boyut da vardı. Türkiye solunun 90’lardan sonraki yakın geçmişinde gözlemlediğimiz, solu devlete doğru oyan bir boyut... 
Ölümünün arkasından kem söz etmek değil amacımız, asla. Ama anlamak lazım yine de. Tarık Akan’ın büyük sanatçılığını bir noktadan sonra politik bir trajediyle bütünleyen şey neydi? Sosyal medya mecralarından izlediğimiz ona dair kırgınlık ve sitem içeren paylaşımların ‘rasyonel’ bir zeminde anlamlandırılması da bu sorunun yanıtıyla ilintili. 
Nasıl oldu da Yılmaz Güney ekolünden esinlenerek başlayan politikleşme süreci, yıllar sonra, Güney’in o en çok önemsediği halkalardan (Kürt sorunu ve devletin Kürtlerle savaşı) tersine sıçramalarla farklı bir kulvara girebildi? 12 Eylül askeri darbesinin şiddetini hücrelerde bizzat yaşayan, sonrasında örneğin Ses ve Su da Yanar gibi, o günlerde çok cesur darbe karşıtı filmlerde oynayan Tarık Akan, ne oldu da sonradan “askere laf ettirmem” noktasına gelebildi? “Çağdaş Türkiye’nin teminatıdır bu ordu, 12 Eylül’ü yapan orduyla karıştırmayalım” mealinde konuşmaya başladığında Akan, Jitem’iyle, ‘Özel Harp’iyle Kürdistan’tan geçmişti o ordu ve ülkeye ‘balans ayarı’ vermekle meşguldü. 
Yine Yılmaz Güney’in yönlendiriciliğinde Sürü ve Yol’la bir ölçüde tanıştığı ‘Kürt realitesi’, yıllar yıllar sonra kent merkezlerinde aylarca tank ve top ateşiyle vurulduğunda, bodrumlarda yakılıp kavrulduğunda, nasıl olurdu da Tarık Akan “Vatan savunmasıdır, Mehmetçiğimizin yanındayız, Teröre diz çöktürülmelidir” diye bağıran askeri/milliyetçi ajtasyonlara imza atardı? Yol filmindeki, sonradan sansürlenen, o ‘Kürdistan’ tabelası, yıllar sonra bir toplumsal-siyasal güç ve mücadeleyle ete kemiğe bürününce mi masumiyetini ve haklılığını yitirip ‘bölücü’leşmişti?!...
Tarık Akan gibi kuşkusuz ki kendisini ‘devrimci’ olarak tanımlayan bir büyük sanatçının, yakın arkadaşı Arif Keskiner’in sözleriyle, “İyi bir Atatürkçü, cumhuriyetçiydi. Atatürk’e laf söyletmezdi” noktasındaki bir ‘sıradanlık’ parantezinde düğümlediği politik kimliğindeki bu dalgalanmayı nasıl açıklamalı? 
***
‘Ulusalcılık’ adıyla alıcı bulan milliyetçiliğin ‘sol’ ile buluşmasının neo-liberal küreşelleşmenin tetiklediği milliyetçi tınılarla ilişkisi vardır kuşkusuz. Ama Türkiye’nin iç siyasal süreciyle ilişkili özgün nedenler esas belirleyici oldu: 
- Bir kısım “ulusal solcu”, zaten milliyetçi bir damardan, devletin resmi-ulusçu ideolojisinden beslenmiş, ‘sol’u kimliğine sonradan eklemiştir. 
-12 Eylül’ün ezdiği yenik ‘solcu’, korkarak uzaklaştığı devrim fikrini ulusalcılıkla ikâme etmeye çalışarak, el yakmayan, devletin gazabına karşı sigortalı bir “devrimcilik-solculuk” türü keşfetti! 
-Dini gericilik güçlendikçe, emperyalizmi de sadece ‘irtica’ ile ilişkilendiren bir eğilim, “laik cumhuriyet” savunusu üzerinden devlete bağlandı. 
- Kürt sorunu ve Kürt mücadelesi ise hem başlı başına bir “milliyetçilik” gerekçesi ve hem de bu saydıklarımızı dolaylı-dolaysız harekete geçirici bir faktör oldu. 
‘Ulusalcılığın’ çekim alanında kulaç atan ‘ulusal solcu’, işte bu özetin özeti çerçevedeki gerekçelerle hemhal oldu. Liberal etkinin yanı sıra, devrimci değer ve kavramları çarpıtan, sistemin açmazlarından yine ‘sistem-içi’ne yürüyen gerici döngü böyle şekillendi.
Sonuçta, emek ve demokrasi dinamiğinin köklü bir çıkış yapamamasının da kefareti oldu bu... 
***
Tarık Akan da ömrünün son çeyreğinde ulusalcıydı. Perinçekçiliğin kıyılarında bile gezinebildi zaman zaman. Şaşırttı, kırıldık, kızdık, öfkelendik... “İyi ki Yılmaz Güney görmedi bu günleri” dediğimiz oldu. Yılmaz Güney sevgisiyle de sevmiştik onu çünkü. 
Şimdi yaşamıyor artık Tarık Akan. Ona olan sevgimizin anlaşılır nedenleri var. Kırıklığımızı anlamak ise ‘ulusalcılığın’ bulaşmasını engelleyemediğimiz zayıf bünyemizi anlamaktan geçiyor aslında.      
Tarık Akan’ı uğurlarken ondan geriye kalan en güzel şeyleri hatırlayalım. Politik trajedisini unutmadan ama. Yolcular gelip geçse de, ‘Yol’un baki kaldığını bilelim. Karınca kararınca ‘Yol’a emek veren herkesin hatrını, emeğini inkâr etmeden...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...