30 Ağustos 2016 00:54

Barış ihtimali var mı?

Barış ihtimali var mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1 Eylül Dünya Barış Günü yaklaşırken ülkeyi yönetenler, ülkeyi doğrudan Suriye savaşının içine çeken tehlikeli bir politikaya yönelmiş durumdalar. Cerablus operasyonu, YPG/Demokratik Suriye Güçlerinin (QSD) hedef alındığı bir müdahaleye dönüştürüldü. Menbic’in düşmesinden sonra IŞİD, Antep’te Kürt sivilleri hedef alan bir katliam yapıyor. Fırat Kalkanı operasyonunu “Artık sabrımız taştı” sözleriyle açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan IŞİD’i değil; IŞİD’e karşı mücadelenin başını çeken Kürt savunma gücü YPG’yi hedef alıp “PYD’nin kökünü kazıyacağız” diyor. Bizim iktidarın IŞİD ile mücadelesi de böyle oluyor!

Rojava’nın, “çözüm süreci” başta olmak üzere ülkede Kürt sorununun gidişatıyla dolaysız ilişkili olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Bu gerçek ortadayken orduyu PYD/YPG ile doğrudan çatışmaların içine çekmek, “milli güvenlik” gerekçesiyle ülkeyi daha büyük bir savaş ve kaos ortamına sürüklemekten başka bir anlama gelmez. 

Peki, ülkeyi yönetenler neden böylesine tehlikeli bir işe girişmekten geri durmuyorlar?

Çünkü öncelikle YPG/QSD ile çatışarak uzun bir süreden beri “YPG/QSD’nin IŞİD ve diğer terör örgütlerinden farkı olmadığı” söylemine dayanak oluşturmaya çalışıyorlar. Bunun için sadece Türk ordusu QSD mevzilerini bombalamıyor, aynı zamanda el Kaide artığı ÖSO çeteleri de QSD ile doğrudan çatışmaların içine çekiliyor. Böylece bugüne kadar PYD/YPG’yi terör örgütü olarak görmeyen ABD ve Batılı güçlere “Bakın bunların da diğer terör örgütlerinden farkı yok” denilmek isteniyor. ÖSO çetelerinden Sultan Murat Tugaylarının Lideri Ahmed Osman’ın hedeflerinin Menbic’i QSD’den almak olduğu açıklaması da bu planı doğruluyor. 

PYD/YPG ile çatışmanın iç politikadaki karşılığı ise, Kürtler ile ülkede barış ve demokrasi isteyen güçlere karşı kuşatma ve saldırıların derinleştirilmesi olacak. Bugüne kadar bütün tahriklere karşı Türkiye ile çatışmalardan kaçan PYD/YPG, Cerablus operasyonundan sonra doğrudan çatışmaların içine çekildiği için Türkiye’nin bu müdahalesine karşı çıkanlar, PYD/YPG ile savaş politikasını eleştirenler, iktidar şakşakçısı medya organları tarafından  kamuoyunda “terör destekçisi”  olarak gösterilip hedef haline getirilecek. Yani yarın başımıza hangi belaları açacağı belli olmayan cihatçı çetelerle el birliğiyle yapılan Fırat Kalkanı operasyonunun “milli güvenliğimiz” için yapıldığına inanmayanlar hakkında OHAL’de gereği yapılacak!

Peki, ya barış? 

Bugün halklarımızın büyük kesiminin beklentisi olan barış için bir ihtimal var mı?

Ülkeyi yönetenler 15 Temmuz darbe girişiminden eğer demokrasi dersi almış olsalardı yapmaları gereken ilk iş, Öcalan üzerindeki tecridi kaldırıp Kürt sorunundan kaynaklı çatışmaları sona erdirmek ve sorunun demokratik-barışçıl çözümü yönünde adım atmak olurdu. Oysa hepimiz biliyoruz; bırakın gerilim ve çatışmaya son vermeyi, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan darbeye karşı açık tutum alan HDP’yi önce dışladı, sonra FETÖ iş birlikçisi ilan etti!

Özetle iktidar, savaş ve çatışmaları sınırın ötesine taşımayı bütün toplum kesimlerini “milli güvenlik” adı altında kendi politikaları arkasında saf tutmaya zorlamanın ve kendi politik hedeflerini gerçekleştirmenin bir olanağı haline getirmek istiyor. Yıllardır iktidarın Suriye politikasını eleştiren CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun  Cerablus operasyonuna verdiği destek bu bakımdan fikir vericidir. Oysa iktidar sözcülerinin bile Suriye politikasında yanlış yaptıklarını kabul ettiği bir süreçte yapılması gereken, yanlışın devamından başka bir anlama gelmeyen Fırat Kalkanı operasyonuna karşı en geniş halk kesimlerinin tepkisini birleştirmek, iktidarın bu yanlıştan dönmesi için mücadele etmek olmalıydı.

Bu noktada bir hatırlatma da yapalım. HDP ve çeşitli Kürt kurumlarının PKK’nin bombalı saldırılarına son vermesi çağrısından sonra KCK’nin müzakerelere dönmeye hazır olduğu açıklamasını yapması, barış için kapının tamamen kapanmadığını gösteriyor. Ama mesele, PKK’nin bombalı saldırılarına Kürt örgütlerinin gösterdiği tepki gibi ülkedeki emek ve demokrasi örgütlerinin, her milliyetten işçi-emekçilerin cihatçı çetelerle el ele sürdürülen müdahale politikasına karşı sesini yükseltmesinde düğümleniyor. Çünkü “milli güvenlik”, “milli çıkar” denilen şey ülkeyi yönetenlerin ve bir avuç burjuvanın/zenginin çıkarları için ülkeyi ateşe atmaktan başka bir şey değildir. Bu nedenle iktidarın ve bir avuç burjuvanın sömürü ve baskı düzeninin devamı için savaş ve müdahale politikasının adı “milli güvenlik” ve bu politikaya karşı halkların,  her milliyet ve inançtan işçi emekçilerin barış içinde bir arada yaşamasını savunmak da  “milli tehdit” oluyor! 

Hal böyleyken bugün barış ihtimali, ülkeyi yönetenlerin politikalarıyla ters orantılı ama halkların ve işçi-emekçilerin ülkede savaşa ve Suriye-Rojava’da müdahaleye karşı yürüteceği mücadele ile de doğru orantılıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa