27 Ağustos 2016 00:52

Rusya ve Batı arasında-4

Rusya ve  Batı arasında-4

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türk dış politikasına dair en ciddi tezlerden birisi Baskın Oran’ın Orta Büyüklükte Devlet (OBD) tezidir. Şöyle açıklar Oran, Türk Dış Politikası adlı temel kaynak niteliğindeki derlemeye yazdığı kuramsal girişte: “Ekonomik kronik hastalıktan çıkamadığı takdirde OBD, eğer bunun daha çok dış yardım almaya yarayacağına inanırsa, jeopolitik önemini yapay olarak ön plana çıkarmaya ve bunun için de bizzat bir güvenlik krizi yaratmaya girişebilir” (İletişim Yayınları, 2001, s. 45). Oran’a göre bu davranışın tipik örnekleri 1957 Suriye ve 1991 Körfez krizlerinde sergilenmiştir.

1957 Suriye krizine biraz yakından bakalım: 1956 Süveyş Krizi’nden sonra ABD Bağdat Paktı adı altında bölgesel bir ittifak sistemi kurmaya çabalarken, Sovyetler Birliği de (SSCB) Mısır ve Suriye’yle yakınlaşıyordu. Ağustos 1957’de Suriye önce SSCB’yle bir ekonomik ve teknik yardım anlaşması imzaladı, daha sonra orduda büyük bir tasfiye başlatıp komünizme eğilimiyle bilinen bir genelkurmay başkanı atadı. Bu gelişmelerin yarattığı endişeyle Irak Kralı Faysal, Ürdün Kralı Hüseyin, ABD’li diplomat Loy Henderson Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ev sahipliğinde bir araya geldiler. ABD Suriye’ye komşu devletlere silah göndereceğini ilan etmiş, ancak bölgesel müttefiklerine askeri bir harekatın söz konusu olmadığını gizlice fısıldamıştı. Fırsatçı Menderes hükümeti ise Suriye sınırına asker yığmaya başlayınca, SSCB’den sert bir tepkiyle karşılaşmıştı. 

Baskın Oran, Menderes Hükümetinin krizi tırmandıran davranışını şöyle açıklıyor: 

“Bu yapay bunalımın nedenleri ancak iç sorunlara bakarak anlaşılabilecektir... Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden biri olarak kabul edilen 1957 seçimlerine DP hükümeti ciddi ekonomik sıkıntılar ve giderek artan demokrasi tartışmalarıyla girecekti. Suriye bunalımının yaratılması hem kamuoyunun dikkatlerini ekonomik sorunlardan uzaklaştırarak dış politika sorunlarına çekmiş, hem de 1955’ten beri Türkiye’ye yaptığı ekonomik yardımları azaltan ve koşula bağlayan Washington’a Orta Doğu’daki durumun giderek bozulduğunu ve Türkiye’nin bölgede oynadığı rolün önemini yeniden hatırlatmış oldu” (s. 632).

İlginçtir ki SSCB’yle 1953 yılından beri gelişmekte olan ekonomik ilişkiler giderek hızlanmaktaydı. Suriye krizinden bir ay önce temmuzda İş Bankası ve Sovyet kuruluşları bir teknoloji transferi anlaşması imzalamıştı. Ayrıca SSCB hem kredi sağlayacak, hem cam fabrikası kuracak ve hem de mal alım garantisi verecekti. Erel Tellal bu ilişkileri şöyle tarif ediyor: 

“(...) Türkiye’nin Sovyetler Birliğiyle ticari ilişkilerini geliştirmeye çalışmasının başlıca sebebi ABD’yi endişelendirmek ve sonuç olarak daha fazla Amerikan yardımı talep edebilmekti... Ekonomik gelişmelerin çarpıcı özelliği, bunun siyasal ilişkilerin hiç de iyi olmadığı bir bunalım dönemine rastlamasıdır... Ancak hem SSCB’nin çevrelemeyi kırma çabaları, hem de Türkiye’nin ekonomik gereksinimleri bunalımların göz ardı edilmesini gerektirdi” (s. 519).

Böylece Menderes SSCB’yle yakınlaşmayı sürdürdü. 1939’dan beri ilk defa bir bakan, Sağlık Bakanı Ömer Lütfi Kırdar, Aralık 1959’da Moskova’yı ziyaret etti. Ziyaretten önce ilk defa Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Sovyet Elçisi Rijov onuruna bir yemek verdi hem de tam ABD Başkanı Eisenhower’ın ziyareti öncesinde. Menderes’in 15 Temmuz 1960 için planladığı Moskova ziyareti ise 27 Mayıs darbesinden ötürü hiç gerçekleştirilemedi.

27 Mayıs’tan dört gün sonra SSCB yeni hükümeti tanıdığını ilan etti. Küba füze krizinin atlatılması ve SSCB’ye karşı yerleştirilmiş Jüpiter füzelerinin sökülmesinden sonra ilişkiler gelişmeye devam etti. Ancak esas eşik Türkiye’nin Kıbrıs’ta hem Batı hem de SSCB’nin desteğini kaybettiğini hissettiği an aşıldı (Bakınız: Güncel Suriye siyaseti). 1964 yazında Kıbrıs konusunda İnönü hükümetinin Washington’la arası gerilmiş; ABD Başkanı Johnson’dan gelen ağır bir mektup hayal kırıklığının ifade edildiği bir mektupla cevaplanmış; sonunda İnönü Washington’a ziyarete giderek durumu kurtarmaya çalışmıştı. 1965’te SSCB’den bir parlamento heyetinin ziyareti esnasında Türkiye NATO’nun çok taraflı askeri gücüne katılmayacağını ilan etti. ABD donanmasına ait bir geminin İstanbul’a gelmesine izin verilmedi. Bunların karşılığında ise SSCB Kıbrıs politikasını değiştirerek, Kıbrıs’ta Türkiye’nin federasyon tezini desteklediğini açıkladı. Ancak bütün bu taktik manevralar ve İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur” şeklinde yüksek perdeden açıklamaları Türkiye’nin Batı’ya doğru stratejik yönelimini değiştirmedi. 

Kıbrıs kriziyle Suriye krizini bu açıdan karşılaştırırsak Rusya’nın 1965’te SSCB’nin yaptığı gibi bir politika değişikliğine gitmediğini görüyoruz. 15 Temmuz’un hemen ertesinde Rusya Suriye’de PYD’nin olmadığı bir müzakere masasının kurulamayacağını ilan etti. Foreign Policy dergisinin haberinde Rusya’nın geçen haftaki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde “Türkiye’yi Suriye sınırında silah geçişine izin vermekle ve teröristlerin Suriye’ye geçişine göz yummaya devam etmekle suçladığı belirtildi” (Cumhuriyet, 17.08.2016).

Okur ve hocalar uzun alıntıları affetsin. Ancak tarihsel değerlendirmelerin güncel siyasete ışık tutabileceği kanısındayım. Baskın Oran’ın derlemesi Türk dış politikası tarihi konusunda temel kaynak olma niteliğini koruyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa