13 Ağustos 2016 00:19

Sokak dayatması

Sokak dayatması

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramı ilhamı ile, günümüzde giderek yoğunlaşan olumsuz gelişmelere “sokak dayatması” kavramını geliştirip, üzerinde ciddi tartışmalar yapılmasını faydalı addediyorum
15 Temmuz badiresini atlattıktan sonra, niçin olduğunu anlayamadığımız bir garip “sokak savruluşu” yaşadık, daha doğrusu yaşatıldık. Adına “demokrasi nöbeti” verilen, sabah dörtlere dek süren toplantıların yapıldığı bölgede oturan vatandaşlar tüm bu süre boyunca gündüzleri sarhoş şekilde dolaşmaya mahkum edildi. Söz konusu nöbetlerin bitişi olarak ilan edilen 7 Ağustos Pazar günkü mitinge ise adeta insanlar katılmaya zorlandı. Son derece dürüstçe gerekçesini de açıklayarak mitinge katılmama kararı almış olan ünlü bir sanatçının tüm konserleri iptal edilerek, adeta yaşam damarları kesilmeye çalışılmaktadır. Böylesi gelişmeler, gelecekteki yönetim biçimi ve demokrasi adına vahim sinyaller taşımaktadır. 

Şerif Mardin’in mahalle baskısı yaklaşımı, ikna ve belki de zımnî zorlama ile yöre halkını tek tipleştirmeye yönelik çevre ilişkisi olarak görülüp, sokak dayatmasından görece daha hafif olarak algılanabilir. Althusser’in “devletin ideolojik aygıtları” nitelemesine denk düşen mahalle baskısı, özünde zorlama barındırsa da, ilk yaklaşımda şiddet ve fiili zorlama olmadan, kısmen çekinme ya da dışlanma algılaması ile çevrenin genel anlayış ve üslubunun kabulü olarak görülebilir. Sokak dayatması ise, Althusser’in “devletin baskı aygıtları” kategorisinde görülmelidir. Zira burada artık zımnî dayatma yerini fiili zorlamaya bırakmakta, dayatılana uymayanı fiilen cezalandırma sistemi devreye girmektedir. Kitleler sokağa çekilmeye, gelmeyenler bedelini(!) ödemeye zorunlu bırakılmaktadır. 
AKP, türban ve dinci mağduriyeti (samimi dindar değil!) söylemi ile, başta emekçiler olmak üzere, toplumda ekonomik açıdan gerçek mağduriyete uğramış gurupları atlayarak, toplumsal özgürlük alanı açmış görüntüsü altında, aslında emperyalizme ülkeye duhul koridoru açarak, ekonomideki kısmi ve geçici parıltıların yanıltıcı gölgesinde ekonomik kalkınmada ülkenin geri planda kalmasına olanak sağladı. Konuyu sınıf bilinci bağlamında ele alma basiretinden yoksun sahte aydınlar ise, derin gaflet içinde, bu süreci gerçek özgürlük açılımı olarak algıladı. Bu gidişattan, doğal olarak, Batı da mutlu idi. İçeride ise insanlar finans eroini ile uyuşuktu. Emekçilerin ve işsizlerin sorunu ise, siyasi mesele olarak görülmeyip, ekonominin öngörülemez ve kaçınılmaz sorunu olarak topluma algılatılıyordu. Henüz kentsel yoksulluk aşamasına gelememiş, cemaat yapısından cemiyet dokusuna geçememiş kırsal kökenli toplumda toplumsal direniş damarları gelişmemiş olduğundan, ciddi kıpırdanma da görülemiyordu. Tipik gerilik alameti olarak, yüksek tondan konuşmalar toplumda rağbet görürken, biraz ayağa kalkana yöneltilen galiz küfür ve hakaret sokak kültürünü toplumda yaygınlaştırıp, uygun araç olarak siyaset alanına sokuyordu. Gizemli 15 Temmuz olayı bu birikimin tetiğini çekti, şu veya bu nedenle, yerli veya yersiz, halkın bir kez sokağa inmesi yolunu açtıktan sonra, iktidar parti ve çevresinin sıkışık siyaset durumu derin bir nefes aldı ve önüne açılan bu yolu tepe tepe kullanmaya başladı. Siyaset alanındaki mücadelenin sokak alnına taşınması, netice alabilmek için yegâne yol olarak saptandı.

Sokağa inilmiş ise, ülkede parlamento ve makul bir hukuk sistemi yok demektir. Sokak kuralını halkı sokağa çağıran saptar ve uygular. Nitekim 7 Ağustos toplantısında yaşananlar böylesi uygulamaların örnekleridir. 7 Ağustos’a gelene dek geceleri yapılan “sokak eylem provaları” hiçbir demokratik ülkede, kutlama ya da mutluluk eylemi olarak görülemez. Bu ülke sokakta kurulmadığı gibi, sokak kültürü üzerinde inşa edilmeye çalışılan anayasa ile de yönetilmeye mahkum edilemez.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...