14 Temmuz 2016 01:00

'Mülteci vapurunun' çarkları

'Mülteci vapurunun' çarkları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir bayram akşamı kendimizi zor bela ada vapuruna atıyoruz. Niyetimiz insanın insanın kurdu olduğu İstanbul’dan uzaklaşmak. Heyhat! Arka sıramızda Arapça bir şarkı tutturan genç, kızgın bir vatandaş tarafından susturuluyor. Gencin susması vatandaşı kesmiyor, tam oturacakken yeniden ayağa kalkıp bağırıyor: “Yetti be!” Genç tam arkamda oturduğu için karşımdaki vatandaşın gözündeki nefret ve öfkeyi tam cepheden görüyorum. Aklıma annemin anlattığı “Vatandaş Türkçe Konuş” sahneleri geliyor. Şimdi nostaljiyle anılan Rumlar, Ermeniler, Yahudilere ana dilde konuştukları için had bildirenler. Adalara giderken bu çağrışımın olması bir tesadüf mü? Sahi kimin malı kimin elinde şimdi? Kim geldi, kimi kovdu? Sen ne zaman, nereden geldin vatandaş? Ailen hangi savaştan, zulümden, fakirlikten kaçtı? Neyse.
Yanımda oturan arkadaşım öfkenin yüzüne itiraz etmekte hiç tereddüt etmiyor: “İnsanlara neden bağırıyorsunuz?” Erkek şiddetine karşı sürekli tetikte olan bir kadın olarak köpeğine eziyet eden adama da aynı tereddütsüzlükle müdahale etti ada dönüşü. “Seni ilgilendirmez” diyen adama cevabı da siyaseten öğreticiydi. Arkadaşım şiddete, eşitsizliğe, efendiliğe karşı yüksek sesle itiraz etmenin gerekliliğine inanıyor. Şiddete geldi mi özel alan kalkanı onun için geçersiz. Şiddet hepimizin meselesi. Suriyelilerin güvenliği hepimizin güvenliği.
Adalarda “mülteci vapuru” tabir edilen aracımız iskeleye yanaşıyor. Kapasite dolduğu için kapatılan kapıların önünde muazzam bir kalabalık bekleşiyor, çıkmakta zorlanıyoruz. Bir lokantaya yerleşmek üzereyken bir ses duyuyorum: “Bombacı!” Aniden kalabalık iskeleden kaçmaya başlıyor. Ben arkadaşıma bakıyorum, o kaçanlara bakıyor. Sonra sesleniyorum ona: “Bomba diyor!” Sadece dikiliyoruz. Bir kaç saniye sonra ortalık yatışıyor. Ne iskelenin karşısındaki emniyetten ne de iskeleden bir açıklama geliyor. Birisi oradaki kalabalığı dağıtıp iskeleye girebilmek için yaptı deniyor. Sonra başka iskelelerde de benzer olayların yaşandığını duyuyoruz. Tabii resmi bir açıklamaya rastlamadığımız için ne olduğunu bilemiyoruz. Ama doğruysa farklı iskelelerde böyle bir olayın gerçekleşme olasılığı kafamı kurcalıyor. İyi saatte olsunlar mı?
Erdoğan’ın Suriyelilere vatandaşlık konusunu ortaya atması birkaç yıldır beslenen mülteci ve göçmen düşmanlığını had safhaya taşımış durumda. Osmanlı’dan beri uygulanan iskan siyasetiyle düşük ücrete dayalı sermaye birikimi stratejisini sentezleyen bu hamle yeni rejimi kurabilmek için yeni toplumsal kutuplaşmalar yaratıyor. Hiçbir ciddi hazırlık olmadan, hiçbir kamuoyu tartışması olmadan, Suriyelilerin çalışma, barınma, eğitim, sağlık, kültür, siyaset haklarına ilişkin hiçbir planlama, bütçeleme açıklanmadan ortaya atılan bu fikir belki de hiç gerçekleşmeyecek. Ancak lafı bile patlamak üzere olan bir toplumsal gerilimi azdırmaya yetiyor.
Ahlakı siyasetin niyetini gizleyen bir incir yaprağı gibi kullanan hamleler karşısında siyasetle ahlak arasında bir ikiliğe düşmemek gerekiyor. Sermayenin istediği gibi dolaşabildiği dünyada insanların hukuki olarak sınırlara hapsedilmesinin sermaye birikiminin ihtiyaç duyduğu temel bir besin olduğu malumumuz. Hukuk dünya üzerindeki göç hareketlerini ortadan kaldırmıyor, hukuk dışına atıyor ve böylece sermayenin ihtiyacı olan ucuz iş gücünü yaratıyor. Bu noktada faturanın savaş ve açlıktan kaçan emekçiye çıkartılması acaba sermayeyle mücadeleye nasıl katkıda bulunabilir? İş yerlerindeki mücadeleler bize sermayeye karşı birleşenlerin mi, yoksa sermayenin hamleleri sonucu ayrışanların mı kazandığını gösterdi?
Ülkemizdeki milyonlarca mülteci ve göçmenin başka bir ülkeye gitmesi mümkün görünmüyor. Suriye’nin durumu ortada. Çatışma bitse bile ne kadar insan döner bilinmez. Suriye’de ortalık yatıştığında burada doğmuş, büyümüş bir kuşağın yetişmiş olacağı görülüyor. İşçilerin uzun vadeli çıkarlarıyla kısa vadeli çıkarlarını belirli bir denge içinde bağdaştıracak bir stratejiye ihtiyaçları var. Sermaye eğer Suriyeliler için ellerini ovuşturuyorsa, Suriyelileri saflarına kazanmak Türkiyeliler için bir zorunluluk, ahlaki seçim değil. İşçilerin birbirlerine düştüğü, sermayeyle değil bir biriyle dövüştüğü zamanlar tarihin en karanlık dönemleri olmuştur. Bunu unutmayalım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...