10 Temmuz 2016 01:00

Onurunla çalış, barış içinde yaşa

Onurunla çalış, barış içinde yaşa

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Rockefeller ailesi ilginç bir aile, bizim komplo teorisine meraklı köşe yazarları ara ara “dünyayı yöneten aileler sırrı”nı ifşa etmeyi pek severler. Haklarında türlü efsaneler dolaşır, internette bolca var. Bu yazıya onlarla başlama sebebim bir sırrı açığa çıkarmak değil, iletişim araçlarının propaganda aracı olarak kullanılmasına sağladıkları katkıyı hatırlatmak. Kısa bir geçmiş bilgisi vermek gerekirse 1839’da doğan ve Standart Oil Company’yi 25 yaşında kuran John D. Rockefeller kısa sürede neredeyse tekel durumuna gelir ve antitröst yasalarına takılır. Buradan itibaren baba Rockefeller üzerindeki baskıyı, basında çıkan yolsuzluk iddialarını yardım faaliyetleri ile azaltma gayretine girer. Siyasetçilerle ilişkilerinin gelişmesinin ardından Rockefellar’ın yardım faaliyetleri kamuoyu oluşturma alanına kayar, amaç yaklaşmakta olan İkinci Dünya Savaşı için toplumu psikolojik olarak hazırlamak ve uluslararası kamuoyundan özellikle Latin Amerika’dan gelecek tepkileri sindirmektir. Dönem 1930’ların başı bile olsa gazetecileri tutuklamak yerine satın almanın kamuoyu oluşturmak açısından daha etkili olduğu düşünülmektedir. Latin Amerika’da bu uygulanır. Amerika Birleşik Devletleri içinde ise Rockefeller Vakfı yoluyla araştırma merkezlerine para akıtılmaya başlar. Bugün iletişim alanında çalışanların ve öğrencilerin kuramların tarihsel olarak başlarında zikrettiği Chicago Okulu ve “hipodermik şırınga”sıyla bilinen Lasswell bu dönem vakıftan en çok destek alan akademisyenlerdir. Almanya’nın 1939’da Polonya’yı işgaliyle araştırmaların ve seminerlerin konusu derinleşir, savaş sırasında kitle iletişim araçları nasıl kullanılacak, hangi mesaj kim tarafından hangi araçlarla ve hangi etkilerle verilecektir?
O günden bu güne iletişim araştırmalarında çok yol alınsa da propaganda ya da sonradan “yumuşatılmış” haliyle ikna çalışmaları popülerliğini koruyor, hem günlük hayatımızda tüketim alışkanlıklarımızı biçimlendirmek hem de siyasette kamuoyu oluşturmak için.
İkna edici iletişim yöntemlerinde de nice yollar katedildi ama bize sunulan belki ’30’ları aratır nitelikte. İyi mi kötü mü karar veremiyorum. Mesajların üzerinde düşünmeye bile zahmet edilmeden bu kadar açık bir şekilde verilmesi herhalde toplumun bilgisizliğine olan güvenden. 7 Haziran seçimlerine dek üç yıl boyunca ülkede kan dökülmemiş, barış umutları bu denli yeşermişken seçimi kaybeden iktidar birden ülkeyi yeniden savaşa soktu. Hem de üç yıl boyunca söylediklerinin tam tersini söyleme, kimseyi sözle ikna etme gereği bile duymadan. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan 45 kişinin öldüğü Atatürk Havalimanı katliamının hemen ardından Osman Gazi Köprüsü’nü balonlarla açarken yineledi: “Tarladan vatan olmaz ama tarla şehit kanıyla sulanırsa, yoğrulursa o zaman vatan sıfatını kazanır.” Peki kimin kanıyla sulanıyor o tarlalar “vatan” olmak için? Siyasetçilerin, üst düzey komutanların çocuklarının kanıyla değil elbet, hepimiz biliyoruz. Ülkede neredeyse iki yılda bir gündeme oturan bedelli askerlik talepleri göz önüne alındığında en azından bir miktar parası olan ya da kredi çekebilecek durumda olanların kanıyla da değil. Bu arada bedelli askerliğe karşı olduğum sanılmasın, hak veriyorum, herkes için de vicdani ret hakkı talep ediyorum.
Geçtiğimiz aylarda televizyonlarda TSK’nin bir kamu spotu dönmekteydi, hâlâ devam ediyor mu emin değilim ama Youtube’da var. Başlığı “Onurunla çalış, hayaline ulaş.” Bir kahvede askerlik çağı gelmiş dertli bir erkek otururken yanına arkadaşı gelip ne olduğunu soruyor. Dertli genç “Askerlik vatan borcu da aileme kim bakacak” diye soruyor. Arkadaşı çözümü (Komando eğitim görüntüleri eşliğinde) şöyle ifade ediyor “Bizim eski mahalledeki Mehmet’i hatırlıyor musun? Bizim Mehmet sözleşmeli er olmuş, üç bin lira civarında maaşla üç yıl boyunca görev yapmış. Sonra ikramiyesiyle beraber terhis olmuş. Hatta memleketine gidip dükkan açmış diye duydum. Üç yıl dayan, vatan borcunu öde, hem maaş al, üç yıl sonra da işini kur.”
İşte kanıyla tarlaları sulayanlar onuruyla çalışacak iş bulamayan, ailesini nasıl geçindireceğini kara kara düşünen gençler. O nedenle şehit haberlerinde gördüğümüz evler hep fakir mahallelerinde, anneler, babalar, eşler, çocuklar o erkeklerin dönmesini bekliyor. Üç yıl dayanabilse belki bir dükkan açacak. Hayat hikayelerinde öğretmen olarak atanamadıkları için polis ya da sözleşmeli er oldukları ifadeleri sıkça geçiyor. ’90’ların savaş makineleri, şimdinin ırkçı duvar yazıcıları JÖH’lerden PÖH’lerden bahsetmiyorum, onların beslendikleri kaynak başka. “Ama şehitlerimiz...” diye başlayanların, hamasette sınır tanımayanların kaçı kendileri yerine ailesini geçindirmek için bu savaşa katılanların fakirler oldukları gerçeği ile yüzleşiyor? İktidarsa artık askerlik görevini yapanların değil çoğunlukla paralı askerlerin “şehit” haberlerinin gelmesinden destek alıyor, toplumun büyük kısmı da buna ortak oldu çünkü.
Bütün bu mesajlar bu kadar açık veriliyorken toplumun “milliyetçi”, “Barış için Akademisyenler”i haksız bulan, vatan haini ilan eden akademisyenleri, araştırmacıları bile suspus, neden? Onların sessizliği yüzünden ortam ırkçı hashtag’lere “3 milyon değil, 20 milyon Suriyeli’ye vatandaşlık verip Suriye’yi Türkiye’ye bağlayalım” cevabı verebilen, “Amerika’da olsa bu vatan hainlerini yaşatmazlar”, “İngiltere’de, Almanya’da da gazeteler kapatılıyor, gazeteciler tutuklanıyor” diyebilen izansız cahillere kaldı, onların da etkisi çok sınırlı, kaldı ki rüzgâr tersine döndüğünde yalpalanıp ilk elden düşüyorlar.
Madem barışa değil savaşa inanıyorsunuz, madem “barış istemek suç”, madem barış istedikleri için meslektaşlarınızın tutuklanmasına, işlerinden atılmasına, hedef haline gelmelerine sesiniz çıkmıyor, o halde toplumu inandığınız şeye ikna etmek için neden çaba sarf etmiyorsunuz? Yüzlerce intihalle bir yerlere gelmişlerden bahsetmiyorum, işini inandığı şekilde yaptıklarını iddia edenlere sesleniyorum. Derslerinizde, makalelerinizde savaş dönemlerinin propaganda taktiklerine referans verirken, eleştirirken propagandanın bugünkü en tutarsız, en acımasız halini sindirmek, kirden bir köpük gibi yüzeye çıkmış ırkçılığa, adaletsizliğe sessiz kalarak destek vermek, bu utanca ortak olmak için nasıl bir gerekçeniz var?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...