30 Haziran 2016 00:57

Avrupa solu ve Brexit

Avrupa solu ve Brexit

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Uzunca bir süredir piyasaların merakla beklediği Britanya referandumu kamuoyunu şoke eden bir şekilde AB’den çıkma yanlılarının zaferiyle sonuçlandı.  Her ne kadar anketler böylesi bir sonucun ortaya çıkma olasılığını güçlü gösterse de, Avrupa sermayesinin bu denli karşı durduğu bir seçeneğin gerçekleşeceğine fazla ihtimal vermemekteydi piyasa aktörleri. Brexit kararının netleşmesinin ardından piyasalarda yaşanan deprem de bunun en açık göstergesiydi.

Kararın kamuoyunu şaşırtmasının ardındaki bir diğer neden ise ülkenin iki büyük partisi Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi liderliğinin (muhazakarlar içindeki güçlü Brexit yanlısı bloğun varlığına rağmen) AB’de kalma yönündeki tavrıydı. Yetmedi. Özellikle İşçi partisinin güçlü olduğu Kuzey Doğu’da Brexit oylarının yüzde 58 düzeyine vardığı görüldü. Parti içinde bir süredir pusuya yatmış bekleyen sağ kanat fırsatı kaçırmadı. Corbyn’i referanduma yeterince asılmamakla suçladı, istifasını istedi. Gölge kabinedeki sağ kanada yakın bakanlar görevlerinden ayrıldı. Peki işçi partisi liderliğine gelişi henüz bir yılı bulmayan Corbyn’e faturayı kesmek ne kadar doğru? 

AB projesi baştan bu yana barışçıl, hümanist bir söylemle pazarlanan bir neoliberal proje olmanın ötesine geçmedi. Üye devletlerin cesaret edemediği bir dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş, uluslararası sermayenin yönlendirdiği bir koordinasyon mekanizması işlevi gördü. Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi sürüden ayrılanı yeri geldi sopayla sürüye kattı. Ekonomik öncelikleri bilindik neoliberal reçete etrafında şekillenmişti. Serbest ticaret, sermaye ve işgücü hareketliliği serbestisi, sosyal devletin tasfiyesi, özelleştirme,  kemer sıkma, esnek işgücü piyasaları, düşük ücretler... Bu ekonomi politikaları üye ülkelerde sosyal refah ve çalışma standartlarında dibe doğru yarış eğilimini güçlendirdi. Özellikle geleneksel sektörlerde çalışan işçi sınıfının yaşam standartları sert bir şekilde geriledi.

Brexit yanlılarının profiline baktığımızda genel olarak toplumun eğitim seviyesi düşük, yoksul kesimlerinin, kırsal nüfusun, vasıfsız işçilerin, işsiz ve emeklilerin ön plana çıktığı görülüyor. Bunlar aynı zamanda sosyal harcamalardaki kesintilerden, yüksek sermaye hareketliliği nedeniyle kayan üretimin doğurduğu istihdam kaybından ve AB içi işgücü göçü nedeniyle baskılanan ücretlerden en fazla etkilenen toplum kesimleri. 

2008 krizinden bu yana uygulanan sert kemer sıkma tedbirleri, yaygınlaşan esnek istihdam ve reel ücretlerdeki gerileme bu kesimlerin AB’den yana rahatsızlığını tırmandırdı. 2008-2015 yılları arasında İngiltere’de medyan işçi ücretinin reel olarak yüzde 10 gerilediği görülüyor. Burada olağan şüpheli ise ilk planda göçmenler oluyor, pek çok diğer merkez Avrupa ülkesinde olduğu gibi. Bugün Birleşik Krallık nüfusunun yüzde 13.1’i başka ülkelerde doğanlardan oluşuyor. Bu oranın 1993 yılında yüzde 7 seviyesinde olduğu düşünüldüğünde AB sonrası demografik dönüşümün hızı daha kolay anlaşılabilir. Bu tablo kaçınılmaz olarak ülkedeki göçmen düşmanlığını körüklüyor. Son Yunanistan krizinde de görüldüğü gibi uygulanan politikalar Avrupa içerisindeki birlik eğilimini güçlendirmek bir yana halklar arasındaki kutuplaşmayı arttırıyor. 

Kısacası Brexit sonrası kaybeden Avrupa’nın birliği, sınırsız, milliyetsiz bir Avrupa arayışı değil, kısa sürede neoliberal bir kabusa dönüşen sermayenin Avrupa projesi. Bundan sonra önemli olan Avrupa solunun AB’deki sert neoliberal dönüşüm süreci içerisinde birbiri ardına kazanılmış haklarını yitiren emekçilerin sesine kulak vermesi ve emeğin Avrupa’sını yaratma iradesini gösterebilmesidir. Aksi takdirde işçi sınıfının, kent ve kır yoksullarının milliyetçi partilerin ardında yedeklendiği bir Avrupa ile karşılaşmamız kaçınılmaz gözüküyor ki, bunun sonunun nereye gideceğini de çok iyi biliyoruz.   


 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...