29 Haziran 2016 00:56

Dış politikada 2007 stratejisinden çark

Dış politikada 2007 stratejisinden çark

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Orta Doğu’nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya’ya açılan alanlarla da bağlantılıdır. Bu üç bölgenin ve Orta Asya’nın birçok bakımdan küresel politikaların ve “rol” savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye’nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir. Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da “bekle-gör-tavır al” taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye’ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır.” 

Bu tespitler MİT Eski Müsteşarı Emre Taner’e ait. Taner’in, 5 Ocak 2007 günü MİT’in 80. yılı nedeniyle yayımladığı mesajda yer almıştı.

Türkiye Hükümetinin İsrail ile yaptığı anlaşma ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’dan düşürülen uçak nedeniyle özür dilemesine gelen süreci tartışırken bu tarihe kadar gitmek gerekiyor.

Bu açıklamalar o dönem, ‘Yurta sulh ve cihanda sulh’ cümlesinde ifadesini bulan ‘Misak-ı Milli’ politikasınının dönemin ihtiyaçlarına yanıt veremeyeceği tezi ile birlikte dile getiriliyor ve “stratejik derinliği” olan, cürretli bir dış politika hedefi olarak coşkuyla karşılanıyordu.

Dolayısıyla Erdoğan’ın 29 Ocak 2009’da gerçekleştirilen Davos Ekonomi Zirvesi’nde, İsrail Devlet Başkanı Simon Peres’e ‘One minute’ çıkışından Rus uçağının düşürülmesine kadar uzanan tutumlar silsilesini bir anlık agrasif kararlar, ya da belirlenmiş bir devlet politikası bağlamından kopuk dönemsel refleksler olarak algılamamak gerekiyor.

Bu ve benzeri tutumlar Neo-Osmanlıcılık diye ifade edilen dış politikanın, dönemin MİT Müsteşarı Taner’in yaptığı o açıklamada ifadesini bulan stratejik çerçevesinin içinde anlam buluyordu. Taner’in o açıklamasını da kişisel tespitlerin ötesinde, devletin zirvesinde o dönem oluşan stratejinin derli toplu ifadesi olarak tanımlamak daha yerinde olur.

Ve bu stratejiye dayalı Neo-Osmanlıcı dış politika, Türkiye’yi her geçen gün daha da yalnızlaştırmaktan başka bir işe yaramamış, Türkiye bu politika nedeniyle bulunduğu bölgede ‘çözücü’ parametreler içindeki bir güç olarak değil, sorunların kaynağı olan bir güç durumuna düşmüştür. Batı ile de ilişkilerin sarpa sardığı bugünkü süreçte İsrail ve Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesi, saha dışına itilmiş olmaktan kurtulmak için atılan bir hamledir. 

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Güvenlik ve Enerji Merkezi Başkanı Hasan Selim Özertem dün Ajans Haber’e yaptığı değerlendirmede, Başbakan Binali Yıldırım’ın göreve başladığı zaman dile getirdiği “daha az düşman daha çok dost” sloganının hayata geçirilmeye başlandığını, bunun ilk adımının İsrail’le atıldığını, ardından yaşanan Rusya gelişmesinin de bunu desteklediğini belirtmiş.

Yani 9 yıl sonra, ‘bekle-gör-tavır al’ taktiğinin terk edilmesi stratejisinden, “daha az düşman daha çok dost” düzlemine geliş ciddi bir çark demektir. “Aktif dış politika” adı altında Suriye örneğinde görüldüğü gibi komşu ülkere dair doğrudan rejim değişikliğini sağlamayı hedefleyecek tutumlar içine girilmesinin dış politikada yarattığı tahribatlar tamir edilmeye çalışılıyor. 

Bu adımların dış politikada nasıl bir tadilata yol açacağını zaman gösterecek. Ancak dışarıda ‘normalleşme’ adımlarının, içeride de ‘normalleşme’ adımları ile destekleneceği beklentisinin fazlasıyla iyimser olacağını belirtmek gerekiyor. 

Örneğin bu adımların, bir yanı Suriye ve Ortadoğu denklemi içine uzanan Kürt sorununda ‘güvenlik’ politikalarına dayalı yaklaşım için bölgenin iki etkin aktörünün desteğini sağlamayı da amaçladığını tahmin etmek zor değil. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...