09 Haziran 2016 01:00

Laboratuvar ve Mengele!

Laboratuvar ve Mengele!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Saray’ın bir kan testi laboratuvarı var mı, bilemeyiz. Bildiğimiz, bizzat R. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “Kanlarını laboratuvarda test etmek gerekir” dediğidir! “Kan bozukluğu”nun biyolojik hastalıklar bağlantılı olması mümkündür ve bunun herhanği “ırki”-“milli” bir özelliği yoktur. Buna rağmen, sadece Erdoğan ve ona biat etmeyi “dini bir gereklilik” gören yakın çeper politikacılar değil, halklarının ya da onların bir kesiminin, aydınların, ilerici bilim insanlarının tutumunu kendi politikalarıyla aykırı gören sermaye sözcülerinin çeşitli zamanlarda ve farklı ülkelerde benzer sözler ettiği görülmüş-duyulmuştur. “Kanı bozuk!” söylemi aşağılamanın, yabancılamanın, hakaret etmenin sözcesi olmakla kalmaz, dışlayarak hedefe koymayı, emir kullarına işaret etmeyi de ifade eder. 

Saray erkânının ayar verdiği “kan testi” ve “kanı bozuklar!” söyleminin aktüel nedeni gözönünde tutulduğunda, bu kez bu aşağılama ve dışlama ifadesinin ırkçı-milliyetçi bir ayırma için kullanıldığı anlaşılıyor. Alman vatandaşı ve milletvekili ve fakat Türkiye kökenli bazı parlamenterlerin Alman Parlamentosu’ndaki “Ermeni Soykırımı Tasarısı”na kabul yönünde oy vermiş olmaları, Türkiye’yi yönetenlerin salt küfürlü olmakla kalmayan, hedef de gösteren söylemini bir kez daha gündeme getirmiştir. Kendi “bendesi” olmayanlara karşı bu küfürlü söylemin, şoven-ırkçı bir mantığı ifade ediyor olması, başlı başına bir vaka’dır! Yalnızca bilimsel görüş karşıtlığıyla malul bir kültür düzeyine işaret etmiyor, ciddi bir tehditle karşı karşıya olunduğunu da haber veriyor.

“Laboratuvarda kan testi”, sağlıkla ilişkin olmaktan çıkıp “ırki” özellikler vehabıyla bağlı hale getirildiğinde, “ari ırk”ın yeryüzü lanetiyle yüklü Mengele’si ve onun efendileri Naziler akla gelir. İnsanları kafatası şekli ve ölçülerine, genetik yapısına, kan grubu ve derisinin rengine göre ayırarak, “saf Alman olmayan”ların fırınlarda ve gaz odalarında yok edilmeleri; ya da kobay olarak kullanılmalarını burjuvazinin kirli tarihine yazdıranlar onlardı. Türk devlet yöneticilerinin 1930’lu-40’lı yıllarda Hitlerciliğe imrendikleri bilinir. Bugünün iktidar güçlerinin yakın ejdatları olarak onların 1915 büyük kitle kırımının deneyimine sahip olarak “Safkan Türk”, “Türk’ün Asil Kanı”, “Bir Türk Dünyaya Bedeldir” türünden nakaratlar geliştirdikleri de yazılı ve uygulamalı “yerli tarih”ten biliniyor.

 “Asil Kan” ile “Kanı Bozuklar!” yanyana geldi mi, “asil kan”lıların, “kanı bozuklar”a karşı harbi de “kutsallık” kazanmış oluyor! Bu büyük bir tehlike ve tehdit olarak insanlığın belasıdır ve bugünün Türkiye’sinde en üst düzeydeki yöneticiler tarafından popülerleştirilmek istenmektedir. Henüz bir ya da birden çok Mengele’nin, “Kanı Bozuklar”ı tespit etmek üzere kan testi yapmaya ve “kesip-doğrama”ya başlamamış olması-yoksa başladılar da bilinmiyor mu?-, kötünün iyisi oarak görülebilir. Ama bu ırkçı söylemin yüzbinlerce (800 bin ila 1.3 milyon arası farklı rakamlar verilmektedir) Ermeni’nin katledilmiş olması gerçeğini ortadan kaldırmayacağı, ve o büyük kitle kırımını gerçekleştiren Osmanlı- Türk yöneticilerin suçunu örtemeyeceğini hayal etmek, salt kendini aldatmak değil, insanlık tarihine, insanlığa karşı suç işlemeye devam etmektir. Bu suç, farklı düzeylerde ülke içinde ve bölgede işlenmeye devam ediliyor.

Kürt kentlerinin bombardımanı ve “etkisiz kılınan” Kürt envanteri, Genelkurmay başkanlığı ve Harp Dairesi’nin neredeyse rutin işlerinden biri haline gelmiş. Başarının ölçüsü öldürülen Kürt ve yakılıp yıkılan yerleşim yeri sayısıyla ölçülüyor. Devlet ve hükümet adına Erdoğan’ın belirlediği ve işaret ettiği “hain”, “lobici”, “kanı bozuk”, olarak damgalanmış kim varsa, hepsi “Osmanlı Ocakları”, “Alperen Ocakları”, “Saray Milis Kuvvetleri” ve “armalı”-armasız silahlı çeteler tarafından hedefe konuyor, baskı, provokasyon ve kara propaganda ile susturulmaya çalışılıyor. 

Bu kara propagandanın önemli bir halk kesimi üzerinde etkili olması, vehameti artırıcı bir diğer “olgu”dur. Devlet ve hükümet yöneticileri, mevcut toplumsal durum ve iktisadi ilişkiler sistemini  değişmez ve değiştirilemez göstermekte; kendi çıkarlarını “ulusal çıkar” olarak reklam etmekte; baskı ve saldırılarını “ülke ve millet çıkarı için zorunlu ve gerekli” göstermekte; küçük ve orta burjuva kesimlerin bir bölümüyle işçi ve emekçilerin çeşitli kesimleri de tekelci gericilikle aynı çıkarlara sahiplermiş gibi, kendi aleyhlerine olan politikalara ya alet olmakta ya da destek vermektedirler. Erdoğan ve devletinin “tepesi”ni bunca cesurca saldırıya yönelten önemli nedenlerden biri de budur ve değişmesi için halkın en geri kalmış kesimleri dahil tümünün, önyargı ve doğmaların tuzağından kurtulması gerekmektedir. 

Değişimin birdenbire, ya da hemen kısa zamanda gerçekleşeceği elbette beklenemez. Türkiye’de, milliyetçi-şoven dalga eskisi denli güçlü bir sosyal dayanağa sahip olmamakla birlikte, hızla körüklenebilir bir  özelliğe sahiptir ve özellikle “dışarı”ya karşı duyarlıdır! Batılı emperyalistlerle işbirliği içinde olan ülke yöneticilerinin herhanği nedenle emperyalist şeflerin eleştirisine hedef olmaları durumunda içeriye dönüp milliyetçi-şoven hezeyanları kışkırtmaya çalışmalarının bir nedeni de, yedeklikte olduğunu bildikleri bu kullanılabilir “duyarlılık”tır.

Bu durumun değişmesi; özgürsüzlüğü, “özgürlük”; mutsuzluğu “mutluluk”, aldanmışlığı “gerçeklik” olarak  gösteren ve sermayenin çıkarlarının ifadesi olan egemen politik düşünce tarzının işçi ve emekçiler üzerindeki etkisinin kırılması, oysa şarttır. Kim devlet ve hükümetin baskı ve terörist politikalarını reddediyor ve haktan, hak eşitliği ve özgürce yaşamaktan, sömürülmemekten söz ediyorsa, onu hain ilan ederek saltanatlarını sürenlerin, dönüp “ülke ve millet çıkarı” adına, ülkenin ve tüm ulus ve ulusal topluluklardan halk kitlelerinin duyarlılıkları ve çıkarlarını istismara girişmelerinin önü ancak bu durumda kesilebilir. Değilse, bu nakarat daha çok sürer; kan ticareti yapılarak kan dökülümesi teşvik edilir ve hatta Mengele laboratuvarlarına yol açılmış olur. Bu gidişatı durdurmanın yolu, özgürlük mücadelesinin tüm ülke düzeyinde büyütülmesinden geçiyor.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...