04 Haziran 2016 01:00

Yeni İstibdat dönemi de yıkılacaktır

Yeni İstibdat dönemi de yıkılacaktır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İstibdat döneminden geçiyoruz. Despotik yönetim AKP iktidarı Abdulhamit dönemini hatırlatıyor. II. Abdülhamit’in 1878’de I. Meşrutiyet yönetimine son vermesiyle başlayan ve II. Meşrutiyetin ilanına kadar süren bu despotik yönetim altında da halklar kan ağlamıştı.
Meclis-i Mebusan’ı kapattıktan sonra tüm yetkileri elinde toplayan II. Abdulhamit, Yıldız Sarayı’nı merkezi karargah haline getirerek, devleti konutundan yürütmeye başlamıştı. Bugün o aşamada değilsek de HDP’li vekillerin Meclisten atılması hesaplarının yapıldığı bir süreçten geçiyoruz.
Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü, geniş istihbarat örgütünün bu dönem kurulduğu varsayılmaktadır. Abdülhamit’in en büyük korkusu kendisine karşı yapılacak bir darbeydi. Önceden haberdar olmak ve onu hemen bastırmak istiyordu. Darbe ya da ayaklanma onun uykularını kaçırıyordu. O dönemler Gezi gibi bir halk direnişi yoktu ama Osmanlı İmparatorluğunca işgal edilmiş topraklarında ulusal ve sosyal hareketler için için depreşiyordu.
Abdulhamit o dönem muhtarlarla toplantılar yapmıyordu ama güçlü bir hafiye ordusu oluşturmuştu. Toplumun içinde yaygınlaştırılan ihbarcılıkla, nerede ne oluyorsa jurnalciler tarafından anında saraya ulaştırılıyordu. Maaşa bağlanan, direkt olarak saray tarafından yönetilen bir aygıt oluşturulmuştu. Bu öyle bir boyut kazandı ki jurnalcilikte tarihi bir dönem yaşandı.
“Bizim medeniyetimizde, milli ve medeniyet ruhumuzda esnaf ve sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir hakemdir” denmişti ya… Bu boşuna söylenmiş bir söz değildir yani…
Darbe ya da ayaklanma gerekçesiyle birçok masum insan işkenceden geçirildi, zindanlara dolduruldu, katledildi. Fizan’a gönderildi. Fizan’a sürgün II. Abdülhamit döneminde literatüre geçti!
Günümüz iktidarının ve yargısının yaptığı gibi sıkça ve dayanaksız gerekçelerle, “Paralel devlet yapılanması”, “bölücü terör örgütü”, “Anayasaya karşı işlenen suçlar”, “Organik bağı olmasa da terör örgütü mensubu gibi hareket etmek” olarak ifade edilmese de çokça canlar yandığı bilgi ve belgelerle sabittir.
II. Abdülhamit döneminde basın topun ağzındaydı. Hafiyecilik ve jurnalcilik tüm toplumu kuşatmıştı ve basına göz açtırılmıyordu. Meşrutiyete son verilen yılları takip eden birkaç yıl içinde kurulan bir komisyon aracılığıyla basın zapturapt altına alındı. 1881’de kurulan bu komisyon basına göz açtırmıyordu. Saray’ı çağrıştıran her ima gazetelerin kapatılması için bir nedendi. “Yıldız” sözcüğünün her yerde kullanılmayacağına dair emirler yayınlandı. Yıldız Sarayı’ını çağrıştırdı mı vay o gazetenin haline!
O zamanlar 299. madde yani cumhurbaşkanına hakaret kanunu yoktu ama saray neyin ne olduğunu biliyordu ve yargı da padişahın el çırpmasıyla gereğini yerine getiriyordu.
Bu aralar “diploma” hakkında yazmak, “Gezi” demek, “10 Ekim Katliamı” demek, IŞİD ve iktidar ilişkisine dikkat çekmek, “Saray” demek, “rüşvet”, “hırsızlık”, “yolsuzluk”, “Ensar”, “TURGEV”, “katil” gibi sözcükler kullanmak kolay olmuyor. Saray’a bağlı olarak kurulan ‘Avukatlık Bürolarınca hemen soruşturma konusu ediliyor.
O dönem de padişahı rahatsız eden rahatsız edici sözcükler vardı. Örneğin “burun” öyle kolay kullanılan bir sözcük değildi. Burnu çok uzun olan II. Abdülhamit, yasaklı sözcükler listesine “burun”u da eklemişti. “Sarayburnu” demek hiç de kolay bir şey değildi!
Ama sonunda o ihtişam o iktidar da yıkıldı!
Jön Türk Devrimi de denilen süreç padişahın istibdat yönetimini yıktı. 1908’e kadar süren II. Abdülhamit İstibdat Dönemi’nin yıkılmasından sonra ise iktidar demokratik bir yola girmek yerine adım adım başka bir diktatörlüğe evrildi. İttihat ve Terakki Partisinin katliamcı dönemi başladı. I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Almanya’nın yanında yer alan İttihatçılar başta Ermeniler ve Süryaniler olmak üzere büyük katliamlara imza attılar.
Bugün Alman Parlamentosunun ucu kendilerine de uzanan Ermeni Soykırımı konusunda attığı adım ise tarihle yüzleşmek, halklardan özür dilemek ve bunu bir insanlık dersine dönüştürmekten çok uzaktır. Emperyalist Almanya politik hesapların sonucu olarak ‘Ermeni Soykırımı’nı kabul etse de Türkiye yönetimi ile ilişkileri ve Cizre, Nusaybin, Cizre, Sur gibi ilçelerde ve onca yerde aylardır süren uygulamalara seyirci kalarak ve yine göçmenlerin göç yollarında katli ve Türkiye’de hapsedilmesindeki politikalarıyla gerçek yüzünü sergilemektedir. Halkların eşit, özgür ve kardeşçe yaşayabileceği bir gelecek ancak emperyalizme ve gerici, faşist, despotik iktidarlara karşı halkların vereceği mücadeleyle kurulabilir. Mücadelenin giderek güç kazandığı bu süreçte HDP’nin bugün ve yarın yapacağı mitinglere katılım daha da önem kazanmış bulunuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...