02 Haziran 2016 01:00

Sur'u bombalatan Paris'te 'polise karşı!'

Sur'u bombalatan Paris'te 'polise karşı!'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tayyip Erdoğan yönetimi için “hukuk” dayatmak istedikleri politika; hukuk kurumları o politikanın uygulayıcılarıdırlar. Dayanakları “meşruluk”- “haklılık”, “halkın istekleri” değil, devlet gücüdür; güç onlardadır! Silahlı güç, para gücü, yargı-yasama ve yürütme “Tek el” yönetiminde, kapitalist bir zümrenin elindedir. Bazıları buna “ittifak” diyor, ama ittifak ise de, para sermaye, pay edilmiş büyük servet ve taht-mevki-çıkar ittifakıdır. Çıkar birliği, çıkar ayrılığı da demektir ama henüz o safhada değil! Birlikteler ve tümü de, çıkarları için, “Tek”e el-pençe, yalvar-yakarlar. Ülkeye ve halka verdikleri büyük zarar nedeniyle, yıkılırsak mahvoluruz korkusuyla birbirlerine sokulup, ihanetle yargılanmamak için, vahşeti büyütüp iktidar olarak kalmak istiyorlar. Yaptıklarımız, yapılacaklarımızın kanıtıdır diyor, meydan okumayı sürdürüyorlar.  Erdoğan, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığını, saygı da duymadığını söyledi. Kılıçdaroğlu, meydanlarda ya da gurup toplantısında birkaç parlak cümleyle sözüm ona meydan okumaktan öteye bir tek pratik adım atabildi mi? Hayır. Recep Erdoğan, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştan başkanlarını yanına alarak memleketi Rize’ye çay “festivali”ne gitti; orada AKP’nin, AKP Hükümeti’nin ve devletin “başı” olarak  CHP ve HDP başta olmak üzere parlamentodaki ve sokaktaki, alandaki, işletme ve fabrikalardaki muhalefete karşı, onların kafasını nasıl “ezecekleri”ne dair konuşmalar yapmış ve onlar da, avuçları patlayıncaya dek alkışlayıp “Reis başkan”ın emrinde olduklarını ilan ettiler. Kılıçdaroğlu şimdi de “Namuslu hakim ve savcıları” göreve çağırıyor! Hakim ve savcılar, halktan insanların ya da onların haklarını savunanların hak arayışlarına karşı iktidar militanı olarak çalışıyorlar. Bunu en iyi bilen Erdoğan, ve o da, “Biz yargının başkanlarıyla bu tür seyahatleri rahatlıkla yaparız. Bunlara alışmadılar bunlar, bugüne kadar ama alışacaklar” diye, meydan okumayı sürdürüyor. Numan Kurtulmuş daha açık konuştu: “Cumhurbaşkanımız onların da başkanıdır!” Yanisi şu: “kuvvetler ayrımı”nın Erdoğan yönetimi için herhanği bir önemi yoktur! Yargı organları da tıpkı AKP gibi “Tayyip’in organları”dır. Alışmayanlar alışacaklar; öyle diyor ve istiyorlar!
Sadece bu mu, hayır: kadınlara seslenerek, “Müslüman aile doğum kontrölü yaptırmaz, Allah ne verdiyse…!”diyor. Ne sağlık, ne geçim ve barınma sorunları umrunda değil, ve modern yaşam anlayışına top-tüfek ateşle, “Biz müslümanız” diyor. Ankara Kızılay’da, cübbeli-sakallı “adamlar”, kadınları, “kapanın, yoksa yanarsınız” diye tehdit ediyorlar. Milli eğitim müftülerle birlikte küçük çocuklara “cihat” tatbikatları yaptırıyor; din adamı yaftalı provokatörler “altı yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebilir” fetvası çıkarıyorlar. Kemal’e karşı Osmanlı Sarayı, Çamlıca’ya intikam külliyesi!
Sadece bunlar da değil. “Tayyip’in operasyon kuvvetleri” kentlerde ölüm kusmaya devam ediyor. Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Yüksekova yakılıp yıkıldı. Açıklamalara göre 600 bin insan göçetmek zorunda kaldı. Suriye “fatihi” olmak isteyen üçlü, tank-top bombardımanlarıyla yıktıkları kentleri TOKİ’ye ihale ederek halkın malına-canına el koydular. Bu böyle, ama T. Erdoğan, “Paris’teki polis zorbalığını kınıyorum” diye açıklama bile yaptı.
Üstüne vazife olmayanlar alınmasın, ama “burası Türkiye”! Türkiye’de devlet ve burjuva politikası alanındaki en çarpıcı gerçek, yönetimin yasa tanımazlığıdır. Yasalar, yurttaşlara karşı bastırma eyleminin formülleridir. Erdoğan yönetiminin hukuk anlayışı, “kurallı burjuva yönetim anlayışı”yla  uygunluk göstermez. Bunun sözel eleştirilerle düzeltilebileceğini sananlar, yanılgı içindedirler. Türkiye gibi ülkelerde, sözel eleştiri pratik etkinliklerle birleşmedikçe, yaptırıcı işlev göstermez. Bizde, burjuva “demokratik” hakların, ancak çok ağır bedeller ödenerek, o da yalnızca kırıntılar halinde kullanılabildiği dönemler dışında yönetimlerin gaddarlığı gelenekselleşmiştir. Bugün ise, yönetici sermaye grubunun, mülkiyetini, sermayesini ve servetini korumak ve büyütmek için baş vurduğu vahşet daha üst boyutlardadır.  Buna karşı yapılacaklar, evet vardır: Büyük Haziran Halk Direnişi’nin üçüncü yıldönümünde, “birleşik mücadele için daha çok çaba göstermek gereği”ne yapılan çağrıların karşılık bulması için, evet yapılacaklar var, ve bunun için  örgütlü ileri kesimlerle emekçilerden yana aydınların sorumluluğu daha fazla artmıştır. “Kötü olan durum”un değişmesi için mücadele şarttır ve o da açık olmalıdır ki bazı fedekarlıkları göze almayı gerektirir. İçinde bulunduğumuz zamanda, koşullar, işçi sınıfı ve emekçilerin ileri kesimlerini, kitlelerin tüm öteki kesimlerinden kopmaksızın ve onları da mücadeleye çekecek talepler savunusuyla kitlesel direnişleri geliştirmek üzere daha çok fedekarlık yüklenme sorumluluğuyla karşı karşıya bırakıyor. Kitlesel mücadeleler olmaksızın bu vahşeti durdurmak mümkün değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...