20 Mayıs 2016 01:00

Sosyal demokrasinin sefaleti

Sosyal demokrasinin sefaleti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Avrupa’da sosyal demokrat parti ve akımların bir süredir içine girdiği ‘kriz’ derinleşerek sürüyor.
Halbuki; bugün yerlerde sürünen sosyal demokratlar için 1970’ler ‘altın yıllar’dı. Almanya’dan İsveç’e oradan İspanya’ya kadar Batı Avrupa neredeyse tümüyle sosyal demokrasinin rengini aldığı kırmızıya boyanmıştı. ‘Eşitlik’, ‘sosyal adalet’, ‘adil paylaşım’ kavramlarının bolca kullanıldığı bu yıllarda muhafazakarların esamesi okunmuyordu.
Bu yükselişten rahatsız olan dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, ‘Böyle giderse Avrupa 10 yıl içinde Marksistleşir’ demişti.
Ne var ki; Avrupa sonraki yıllarda Kissinger’in ileri sürdüğü gibi Marksistleşmedi, tersine daha fazla kapitalistleştirildi. Hem de ‘Marksist’ gösterilen sosyal demokratların eliyle...
Kıta Avrupası’nda baskı ve sömürünün katmerleşmesinde önemli rolü bulunan sosyal demokrat partiler bu nedenle şimdi ‘sefalet dönemi’ni yaşıyor.
Bu sefaletten nasıl çıkılacağına dair en ufak bir ışık da ortada yok.
Sadece Avrupa’da değil, dünya genelinde ‘sosyal demokrasinin anası’ kabul edilen Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), yükseliş yıllarının ardından 1982’de muhafazakarlara kaptırdığı hükümeti, ancak 16 yıl sonra, yani 1998’de alabildi. Aynı yıllarda diğer Avrupa ülkelerinde de sosyal demokratlar yükselişe geçti. O zaman 12 üyeli AB’nin 11 ülkesinde sosyal demokratlar hükümetteydi.
Denilebilir ki; ’90’lı yılların sonu 2000’li yılların başı sosyal demokrasi için ikinci ‘altın yıllardı.’
Ancak bu yıllar pek uzun sürmedi, yeni bir çöküşü beraberinde getirdi.
Sovyetler’in yıkılmasıyla dizginlerinden boşalan kapitalist devletler, muhafazakar Hıristiyan Demokratlar eliyle tepkilerden ötürü hayata geçiremediği pek çok uygulamayı bu yıllarda sözde solcu sosyal demokratlar döneminde yaptı.
Almanya’da ‘Schröder Dönemi’ diye adlandırabileceğimiz 1998-2005 arasında hem iç politikada hem de dış politikada ‘tabular kırıldı’, savaş ve sömürü politikaları katmerleştirildi, özelleştirmeler hızlandırıldı.
Bu politikalar SPD’ye ağır bir fatura çıkardı.
1998’de yüzde 40.9 ile hükümeti kurarken oyu 2009’da yüzde 23’e kadar düştü. 2013’teki son seçimlerde ancak yüzde 25 oy alabildi.
18 yıl içinde yüzde 15 oy kaybeden SPD’nin önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde oyunu artırması, yeniden toparlanması mümkün görünüyor.
Buna rağmen parti içinde günlerdir kimin başbakan adayı olacağı tartışmaları yapılıyor. ‘Kim başbakan olursa parti daha çok oy alır’ deniyor. Yanıt yok.
Nasıl olsun ki...
Çünkü mesele ‘personel’de değil, politikada. Geniş kesimleri harekete geçirecek, sorun ve özlemlerini dile getirecek bir politika olmadıktan sonra başbakan adayı ağzıyla kuş tutsa bile yeni oy getirmeyecek SPD’ye...
Bu nedenle çöküşe neden olan, 2003’te Ajanda 2010 adı altında izlenen neoliberal politikalarla hesaplaşmadıkça Almanya’da sosyal demokrasinin yeniden ayağa kalkması mümkün görünmüyor. Zira, adı sosyal demokrat olan partinin ‘Sosyal adaleti getireceğine inananların oranı yüzde 32 ile dibe vurmuş’ (spiegel.de)
Sadece Almanya’da değil, diğer Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat partiler cephesinde durum bundan ibaret.
Son bir yıl içinde Avrupa’da yapılan 12 seçimin 11’inde sosyal demokratlar bir varlık göstermedi. Görece güçlü olduğu Fransa’da milyonların protesto ettiği ‘çalışma reformu’ nedeniyle, sosyal demokrat Sosyalist Partinin akıbeti kaçınılmaz olarak SPD’ninki gibi olacak. Hızlı çöküş kapıda.
Bir zamanlar parmakla gösterilen Avusturya, Hollanda, Yunanistan’daki sosyal demokrat partilerin oyu yüzde 10 sınırına kadar düşmüş.
Avusturya’da kısa bir süre önce Parti Başkanı ve Başbakan Werner Faymann’ın istifasıyla boşalan koltuğu, Demiryolları İşletmesinin (ÖBB) Menajeri Christian Kern getirildi. Artık partiyi bir şirket gibi yönetecek. Yeni bir toparlama zor görünüyor.
Keza İspanya’da da yüzde 20 sınırında.
Yani ‘Kıta genelinde fiili olarak sosyal demokratların bir rolü bulunmuyor’ (Süddeutsche Zeitung, 15.05.2016).
Sosyal demokrasinin çöktüğü, muhafazakarların gücünü korumaya çalıştığı kıta Avrupa’sında iki akımın yükseliş içinde olduğu görülüyor.
Birincisi: sağ popülist, milliyetçi, dinci akımlar. İkincisi: ilerici, sol sosyal demokrat, ekoloji çizgideki parti ve hareketler.
Bugüne kadar ‘merkez’ diye tabir edilen klasik burjuva partilerinin dışında görülen bu akımların yükselişi ülkeden ülkeye farklılıklar gösteriyor. Ekonomik krizin etkili olduğu Güney Avrupa ülkelerinde sol sosyal demokratlar, diğer bölümlerde sağ-popülistler güç kazanıyor.
Gelişmeler, ‘yaşlı’ sosyal demokrat partilerin yarattıkları derin tahribat nedeniyle kısa sürede sola kayıp yeniden güç kazanması, asıl seçmeni olan işçi sınıfına ve emekçilere ulaşıp güven vermesinin zor olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle sefaletten kurtuluş kolay olmayacak. Bundan sonra asıl belirleyici olan, gün geçtikçe daha fazla derinleşen sınıflar arası çelişkiler karşısında ilerici parti ve hareketlerin zaman kaybetmeden işçi sınıfı ve emekçilerin sorunları karşısında ne yapacağıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa