26 Nisan 2016 01:00

Cihatizm ve antikomünizm

Cihatizm ve antikomünizm

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde İslam Ülkeleri İstanbul’da “Başkan” Erdoğan’ın ilginç bir sunumu ve talepleri ile açılan bir zirve toplantısı yaptılar. Bunu değerlendirmeyi bir sonraki yazıya bırakarak, Cihatizmin Soğuk Savaş dönemindeki kullanımına değinelim. 1. ve 2. Dünya Savaşları ile dünyanın hegemonik gücü olmaya soyunan Alman militarizmi, yeri öperken,  kendisi ile birlikte Büyük Britanya ve Fransız sömürgeciliğinin temellerini sarsmayı başarmıştı. Yükselen yeni hegemonik dünya gücü, etrafındaki tecridi kırmayı başaran Sovyetler Birliği’ne karşı, daha önce Almanya’nın kullandığı bir çok aparatı da devralacaktı.
Hitler’in başlattığı atom bombası projesinin ekibi ABD tarafından nasıl devralındıysa, Siyasal İslamı ve Pantürkizmin kullanımı ve ekipleri de Soğuk Savaş ile birlikte ABD tarafından devralınacaktı. Bunlar Münih’te üstleneceklerdi. Burası Türkiye’deki Turancıların da Kabe’si haline gelecekti.
DP döneminde ülke içinde, antikomünizm ve solu nefes alamayacak hale getirme en ağırlıklı politika olurken; 27 Mayıs darbesinden sonra, solun yükselmesi ve taban bulmasına karşı, Siyasal İslam ve Pantürkizmin kullanımı, antikomünizmle birlikte devreye sokulacaktı. Gerek DP, ardılı olan AP, İslami kesimlere sadece bir oy deposu olarak bakıyordu.
Büyük Britanya İmparatorluğu Hindistan’dan çekilirken, onu din üzerinden bölmeyi ve Pakistan diye suni bir devlet yaratmayı başardı. Suudi Arabistan ile birlikte Pakistan, adeta bir çeşit İslam cihatist misyonerliğinin merkezi olacaktı.
ABD örtülü desteği ile, Endonezya ordusu, 1965 yılında kanlı bir darbe gerçekleştirdi ve bir “solkırım” yaptı. Türkiye’deki kimi İslamcılar, 60’ların ortasında Endonezya kırımını yineleme çağrısı yapıyorlardı. 70’lerde bu “solkırım” denemesini, Turancılar başlatacak, onların yarım bıraktığını Kenan Evren Cuntası gerçekleştirecek, solu kırarken, Siyasal İslam’ın vanalarını açacaktı.
Türkiye’de bugünkü İslamist politikacıların çoğu, 60’lı yıllarda, Suudi finansmanı ile yetiştiler. Turancılık ile birlikte İslamcılık, her zaman sistemin kriz dönemleri için el altında tuttuğu A ve B takımları oldu.
Suudi Arabistan’ın Türkiye’deki misyonerlik çalışmaları, Uğur Mumcu gibi gazeteciler tarafından merceğe alındı ama bunun bedeli suikast oldu. Daha sonra Siyasal İslam üstüne eleştirel yayında bulunan birçok aydının suikast sonucu yaşamını yitirmesi tesadüf değildi.
Siyasal İslam’ın global erk mücadelesinde kullanımı Afganistan Savaşı ile zirve yaptı.
Şahı cezalandırmak için ABD’nin hareketsiz kaldığı İran devrimi, bir anda Siyasal İslam’ı, Şii kökenli olmakla birlikte, İslamcı çevrelerde popülerleştirdi. İslami toplum ütopyası mümkün olabilirdi. İslami toplum inşa edilebilirdi. Bu Türkiye’deki İslamcı aydınları da derinden etkiledi. Eskiden kahramanları Mısır’da Nasır rejiminin idam ettiği Müslüman Kardeşlerin beyni Seyid Kutub iken, şimdi Ali Şeriati olmuştu.
Aslında egosuyla Saddam’dan önce 70’lerde kontrol dışına çıkan İran Şahı’na karşı, ABD bir çeşit cezalandırma hesabı içinde iken, sola yönelen İran Devriminin önü, Fransa’daki sürgünden alelacele İran’a getirilen Ayetullah Humeyni ile kesilmeye çalışıldı. Aslında ’80 yılında, Humeyni rejimi solun ciddi direnişi ile yüz yüze iken, Saddam’ın İran’a saldırması, İslami diktatörlüğe kendini güçlendirme şansı verdi.
Türkiye’deki ‘80 darbesi, “Demokrat” Carter yönetiminin bilgisi dahilinde gerçekleşmişti. Bu Latin Amerika’daki askeri diktatörlükleri peş peşe iktidara getiren “Condor Planı”nın bir kopyasından başka bir şey değildi. Reagan ile birlikte, ABD’nin görece geri çekilme politikası, Sovyetler Birliği karşısında açık bir saldırganlığa dönüştü. Sovyetler Birliği, dini bir söylem ile “Şeytan imparatorluğu” ilan edildi. İran’ın “Antiamerikanizm”i, kimyevi silah dahil her türlü gereç ile Saddam üzerinden cezalandırılırken, Siyasal İslam’ın kullanımı da Sünni Vahabizmi üzerinden, Afganistan’da devreye sokuldu. Sovyetler ve ABD el birliği ile Afganistan’ı bir cehenneme çevirmeyi, görece laik devlet yapısını paramparça etmeyi, kent kültürünü yerle bir etmeyi başardılar. Merkezi görece modernist devlet mekanizmaları yerini,  bir aşiretlerin savaş ağalıklarına bıraktı. Cihatizm ise bunun sosu oldu. El Kaide Lideri Usama bin Ladin, Suudi-ABD fideliğinde yükseldi.
Ve şişeden çıkan cin, bir bumerang gibi gelip 11 Eylül’de New York İkiz Kuleler, Pentagon ve Beyaz Saray üzerinden vurmaya kalktı.
İran’ı vururken desteklenen Saddam, kontrolden çıkıp kendi etki alanlarındaki Kuveyt’i vurunca, “Kötü çocuk olmuştu”. Oğul Bush ise, dini bir söylem ile Crusade / Haçlı Seferi / yani Hristiyan Kutsal Savaşı ilan etti.
Kontrol dışı olan Afganistan’daki “Özgürlük Savaşçısı” Usama bin Ladin sonunda infaz edildi ve el Kaide zayıfladı ama, Irak’taki Saddam fideliğinden, mis gibi bir “İslam Devleti” yükseldi. İslam’ı herkes kullanırken, neden Saddam’ın devlet mekanizmasından arta kalanlar ve Sünni aşiretlerin intikamcılığı kullanmayacaktı?
Hristiyanlığın, siyasal alanın dışına sürülmesi ve toleransın yükselmesi için, 30 Yıl Savaşlarının ve onun ardından Fransız Devriminin yaşanması gerekti.
Türkiye’de de Siyasal İslam, demokratik toplum potansiyellerini sistematik bir biçimde imha etmeye devam ediyor.Kafalarındaki “İslami toplum kurma”, “İslami vatandaş yaratma” projesi için her şeyi yapmaya hazır görünüyorlar.
Belki de gerçekten laik demokratik toplum kurulması ve dinin siyasetten uzak kılınması için, camilerin, aynı kiliseler ve sinagoglar gibi mücahit devşirme alanı olmaktan çıkması için, bütün bu yıkımların yaşanması, Şiiler ve Sünnilerin, Avrupa’daki 30 yıl Savaşları gibi, birbirlerini öldürmekten yorulması gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...