Mezhepçilik, ırkçılık ve terör!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısında yaptığı konuşmada “mezhepçilik, ırkçılık ve terörün İslam dünyasının başındaki en büyük belalar” olduğunu söyledi. Erdoğan doğru söylüyor ama bu belalar bugün sadece İslam coğrafyasını değil, bütün insanlığı tehdit ediyor. 

İslam dünyasında mezhepçiliğin kökleri çok eskiye, İslam’ın ilk dönemlerine dayanıyor. Yine son yüz yılda emperyalistlerin ve Bölge gericiliklerinin kendi çıkarları söz konusu olunca her fırsatta mezhepçiliği kışkırttıkları da sır değil. Tıpkı Suriye’ye müdahale politikaları sürecinde mezhepçilik üzerinden yaratılan Bölgesel kamplaşma gibi. Erdoğan, İTT toplantısındaki konuşmasında “bizim tek dinimiz var: İslam” diyerek mezhepçiliğe karşı çıktığını söylüyor. 

İnanalım mı?

Suriye’ye müdahale girişimlerinin öncülüğüne soyunduğunda Alevi Esad rejiminin Sünni Müslümanlara zulüm uyguladığını söyleyip radikal İslamcı terör çetelerine bütün kapıları açan kimdi? Ya Reyhanlı katliamına mezhep gözlüğünden bakıp “53 Sünni vatandaşımızı şehit ettiler” diyen? Çok uzağa gitmeye de gerek yok. Daha iki ay önce bütün dünyaya “el Nusra’ya niye kötü diyorsunuz” diye seslenerek el Kaide’nin Suriye kolunu sahiplenen o değil miydi?

Suriye üzerinden yaşanan savaş ve kamplaşmanın arka planında emperyalist güçlerin ve işbirlikçilerinin Bölge’nin paylaşımı ile enerji kaynakları ve geçiş yollarının denetimi mücadelesi yer alıyor. Ancak bu güçlere karşı bir ‘direniş ekseni’ de olan Şii eksene karşı İslam dünyasında çoğunluğu oluşturan Sünnilerin desteğini almak için bu kamplaşma mezhepsel bir görünüme büründürüldü. Bu politikanın başını çekenler de bilinmez değildi; Türkiye, S. Arabistan ve Katar! Bunlar sadece radikal İslamcı militanların dünyanın dört bir tarafından Suriye’ye gelmesinin önünü açmadılar, aynı zamanda bu çetelere her türlü desteği vermekten de geri durmadılar. Yani bugün dünyanın dört bir tarafında bombalar patlatıp katliamlar yapan çetelerin arkasında bu güçlerin imzaları var.

‘Başımızdaki diğer büyük bela ırkçılıktır’ diyor Erdoğan. 

Doğru söze ne denir?

O her fırsatta “tek millet, tek bayrak, tek, vatan, tek dil” der, ama hiç ırkçı değildir(!)  Kürt kentlerini yerle bir eden PÖH ve JÖH’ün “Seni seviyoruz uzun adam” mesajıyla duygulanır. Ama bunların diğer duvar yazılamalarında şunlar yazılıdır: “Türk’sen övün, değilsen itaat et!”, “Türk’ün gücünü göreceksiniz!”, “Türk adımız, Oğuz soyumuz, Avşar boyumuz”,  “Tanrı tektir, ordusu Türk’tür!”…

Aynı zamanda 16 Türk devletinin tek gerçek mirasçısı; ‘yerli ve milli’ anayasa ve başkanlık sisteminin de mimarıdır o. Sadece ülke içindekilerin değil, sınırın ötesinde de olsa demokratik kanton yönetimi kuran Kürtlerin de düşmanıdır. Ve sadece Kürdün değil, “afedersiniz” Ermeni’nin de düşmanıdır. Bu nedenle Türklük söz konusu olunca Azerbaycan-Ermenistan savaşını kızıştırmaktan da geri durmaz. 

O ırkçı değildir ama nedense bütün sözlük ve ansiklopediler ırkçılığın en önemli özelliğinin başka milletlere karşı düşmanlık ve nefret söylemi olduğu yazar!

Teröre gelince… Bugün terör tartışması iki biçimde karşımıza çıkıyor. Birincisi, Suriye’ye müdahale ve mezhepçilik politikasının yarattığı iklimde boy verip gelişen ve sadece İslam ülkelerinin değil, bütün dünyanın başına bela olan radikal İslamcı çeteler. İkincisi, Kürt sorununu savaş politikalarıyla çözme anlayışının Kürt kentlerini yıkıp yakma noktasına vardırılması ve bu politikanın bir sonucu olarak kışkırtılan milliyetçilik ve ırkçılığın ülkeyi iki halkın birbirleriyle boğazlaşacağı bir iç savaşa doğru sürüklemesi.

Demek ki başımıza bela olan mezhepçilik, ırkçılık ve terörün kaynağı öyle uzağımızda falan değil. 

Başımıza bu belaları saran politikaların mimarı size de tanıdık geliyor değil mi?

Bilinir bir şeydir; bir beladan kurtulmak için onun kaynağını ortadan kaldırmak gerekir. O yüzden Erdoğan’ın konuşması, bugün bize ne yapmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor!