14 Nisan 2016 00:32

Salman rejimi

Salman rejimi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin yakın bölgesinde yer alan birçok devletin hükümet biçimindeki tek-adamlaşma eğiliminin dikkat çeken bir başka örneği Suudi Arabistan’da yaşanıyor. Tıpkı Rusya ve Türkiye’de olduğu gibi Suudi Arabistan’da da tek-adamlaşma agresif bir dış politika eşliğinde, hatta onun vasıtasıyla gerçekleşiyor. Suudi Arabistan mutlakiyetçi monarşiyle yönetilen bir ülke olduğu için zaten halihazırda bir tek adam rejimi olduğu zannedilebilir. Ancak mutlaklık iddiası -hiçbir zaman mutlak bir iktidar olamayacağı için- her zaman ideolojik bir ciladır. Bu iddianın altında siyasi ittifaklar yatar. Daha ötesi, Norbert Elias’ın Fransa’daki XIV. Louis dönemini incelediği Saray Toplumu adlı kitabında iddia ettiği gibi, tek adamlaşma aslında yönetici sınıflar içindeki ve arasındaki çatışmanın ancak güçlü bir üçüncü taraf (kral) tarafından frenlendiği, yönetildiği veya bir tarafın ezilmesiyle sona erdirildiği bir süreci tarif ediyor. Toplumsal işlevler görmese koca bir toplumun tek bir adama boyun eğmesini açıklamak mümkün olmaz diyor Elias.
Ocak 2015’te tahta geçen Kral Salman’ın devr-i saltanatının Suudi devletinin biricik gelir kaynağı ve rejimin meşruiyetinin omurgası olan petrol gelirlerinin, dünya petrol fiyatlarında hidrolik kırma teknolojisi yüzünden düşüş yüzünden, ciddi olarak azaldığı bir döneme denk gelmesi bir tesadüf değil. Çünkü pastanın küçülmesi ondan pay bekleyenler arasındaki çatışmanın şiddetini arttırıyor.  The Economist Körfez ülkelerine dair yayımladığı bir haberinde petrol fiyatlarının şimdilik yönetilebilir olduğunu ancak uzun vadede bu ülkelerin büyük değişiklikler yapması gerektiğinden bahsediyor ve gözlemcilerin özellikle Suudi Arabistan’a dair kaygılandığını vurguluyor. Gazete devletin büyük döviz rezervlerinin kısa sürede eridiğine dikkat çekiyor: 2014 sonunda 740 milyar dolar olan rezervlerden 115 milyar dolar sadece 2015 yılında erimiş (The Economist, 26.03.2015). Geçen sene kısıntılara rağmen bütçe açığının GSYİH’nin yüzde 15’ine vardığı devletin minimal borçluluk oranıyla bile (GSYİH’nin yüzde 5’i) kamu maliyesini ancak birkaç yıl daha devam ettirebileceği iddia ediliyor (The Economist, 09.01.2015).
Rezervlerdeki erimenin nedeni olarak iki unsur öne çıkıyor: 1) Petrolün varilinin 2014’te 115 dolar olan fiyatının 35 doların altına kadar düşmesi (The Economist, 09.01.2016): Kuveyt’ten sonra dünyada en düşük maliyetle (varil başına 12 dolar) petrol çıkaran Suudi Arabistan bu avantajını dünya piyasasındaki payını arttırmak için kullandı. Ancak 16 Şubat’ta Suudi Arabistan’ın Rusya’yla beraber petrol üretimini ocak düzeyinde dondurma üzerine anlaşması bu politikanın sonuna gelindiğini gösteriyor (The Economist, 20.02.2016). 2) Devletin agresif dış politikası sonucu giriştiği askeri harekatlar ve bölgedeki güç simsarlarına dağıttığı askeri ve mali yardımlar: İflasa doğru sürüklenen bir devletin neden intihar eder gibi hırsla savaş politikasına yöneldiği sorulabilir? Bu sorunun cevabının rejimin dağıttığı rantın miktarındaki düşüşün yarattığı meşruiyet kaybının askeri güç eliyle giderilmesinde yattığı öne sürülebilir. Elias’ın da işaret ettiği gibi XIV. Louis soyluları iflasa sürükleyerek borçlandırarak ve dolayısıyla onları kendinin ihsan ettiği ranta muhtaç hale getirerek kontrol altına almıştı. Dolayısıyla tek adamlaşma ve kamu maliyesinin iflası bir birinin mütemmim cüzü.
Burada 17. yüzyıl sonu Fransası’yla günümüz Suudi Arabistanı arasında önemli bir farkı not etmek lazım: XIV. Louis’nin devleti hem şiddet araçları hem de gelir ve mülkiyet vergileri üzerindeki tekeli beraber eline geçirdi. Yani vergilendirme otoriterleşmenin vazgeçilmez bir unsuruydu. Ancak Kral Salman’ın favorisi ve saltanat kuyruğunda ikinci sırada olmasına rağmen fiilen veliaht prens gibi davranan Prens Muhammed yeni açıkladığı 2020 Dönüşüm Planı’nda gelir ve mülkiyet vergisi olmadan (temel ihtiyacın dışında) katma değer vergisini yüzde 5 arttırarak bütçe dengesini sağlayacağını iddia ediyor (The Economist, 09.01.2015). Cepheden Napoleon pozları veremese de Suudi savaş politikalarının arkasındaki kişi olan prens, aynı zamanda özelleştirme gelirlerinin toplandığı kamu yatırım fonunu yönetiyor ve yüzyılın özelleştirmesi olarak tanımlanan petrol devi Aramco’yu doğrudan kontrol ediyor. Dünyanın en değerli şirketi unvanını taşıyan Aramco devlet gelirlerinin 10’da 9’unu karşılıyor. Dolayısıyla meşru veraset teamüllerini çiğneyerek veliahtlık ve krallığa göz diken prens fiilen devletin kontrolünü tekelleştirmiş durumda. Suudi Thatcherizmi olarak anılan bu politika -tıpkı orjinali gibi - mali disiplin ve özelleştirme adı altında otoriterleşmeyi ve militarizmi azdıran bir süreç olarak işliyor. Cidde’deki ticaret burjuvazisi ise reformları inandırıcı bulmadığından zenginliğini yurt dışına kaçırmaya devam ediyor. Prensin Maldivlerdeki lüks partileri veya veliahtın yarım milyar avroluk Sardinya villası, daha önce de favori prenslerin özelleştirme ve ekonomik reform adı altında kendilerini zenginleştirdiğine şahit olan bu çevrelerin gözünden kaçmıyor (The Economist, 09.01.2016). Her tek adam rejimi gibi Salman rejimi de çok kırılgan bir yapıyla günü kurtararak yola devam ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...