06 Nisan 2016 01:00

Devletin çıkmaz yolu

Devletin çıkmaz yolu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, geçtiğimiz pazar günü yaptığı “2013 mayısına dönülürse, o zamanki gibi PKK tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir” şeklindeki açıklaması tartışılırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir gün sonra, “Ortada müzakere edilecek de, görüşülecek de bir konu yoktur” açıklaması geldi.

Bu açıklama basında “Erdoğan, Davutoğlu’yu tersledi”, “Devletin zirvesinde çözüm süreci çatlağı”, “Erdoğan’dan Davutoğlu’ya ayar” gibi başlıklarla görüldü.

Biz de dün sabah yazı işleri toplantısında, bu farklılığı nasıl okumak gerektiğini tartışırken, çok geçmeden Davutloğlu’dan tahmin ettiğimiz o açıklama geldi: “Bizden kimse elinde silah ve kan olan terör örgütünü muhatap alacağımızı beklemesin”, “Bizim bundan sonra tek muhatabımız milletimizdir. Kararlılığımız tamdır.”

Hatta Davutloğu hızını alamadı ve Alman basınında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı sergilenen eleştirilere cüssesini zorlayan bir vücut diliyle yanıt verdi.

Davutloğlu’nun bu açıklamasının akla getirdiği ilk düşünce herhalde şudur: “Çatlak yok, ayar var.” Ama bu düşüncenin kendisi bile bir farklılığa işaret eder. Erdoğan’ın, Başbakan Davutoğlu’nun sözünün üzerine o sözleri söylemesi ve Davutoğlu’nun da, Erdoğan’ın sözlerini destekleyen içerikte yeni bir açıklama yapması, üzerinde düşünmeyi, konuşmayı gerektiriyor.

Peki bu olup bitenleri, aynı zamanda Erdoğan’ın ABD ziyaretiyle birlikte nasıl değerlendirmeli?

Öncelikle ‘müzakere’ sürecinin buzdolabına kaldırıldığı açıklanarak bu çok kanlı ağır sürecin başlatılması kritik bir devlet tercihiydi. Devlet bu adımıyla, Suriye sınırındaki Rojava bölgesinde PYD-YPG ağırlığında oluşan yeni otoriteyi kendisi için hem bölgesel hem de ülke içindeki çözülememiş Kürt sorunundan kaynaklı bir ‘tehdit’ olarak adlandırdı. ‘Devlet içinde bir bölgede paralel bir devleti andıran bir yapıya izin verilemez’ denilerek topyekün operasyon sürecine girişildi.

Ama bu öyle uzun süre devam edilmesi mümkün olabilecek bir süreçte değildi. Cizre, Silopi, Silvan, İdil ve Sur’da görüldüğü gibi Suriye’nin savaşta yıkılmış bir kentinden farkı olmayan görüntülerin ortaya çıktığı ve insan kırımlarının yaşandığı bir tablo ‘istikrarlı ve güvenlikli bir ülke’ tablosu olarak sunulamaz. Bu aynı zamanda, hem çok sayıda asker ve polis kaybı, hem de ülkenin büyük kentlerinde patlayan ve patlamasından korkulan bombalar demektir.

Erdoğan’ın kararlı devlet politikası olarak devamını savunduğu bu ağır süreç, hem içerideki hem de dışarıdaki sonuçları bakımından Hükümet açısından sürdürülmesinde sancılar yaşanılan bir süreçtir.

Bunun sonuçlarının bazı aşamalarda yansıdığını görüyoruz. Örneğin Sur’da operasyonların bittiğinin açıklanmasından sonra bile sokağa çıkma yasağının ve operasyonların sürmesi, ardından da Erdoğan’ın “Sur temizlendi dediler. Aman ha dedim, rehavete kapılmayın.” açıklaması yapması bunun bir göstergesiydi.

Erdoğan’ın ABD gezisi ise, bu bakımlardan önemli bir başka noktayı oluşturuyor. Obama’nın, “Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan da söyledim: Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukuk ve demokrasiye güçlü bir şekilde inanıyorum” sözleri, Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının uygulamalarına açık bir eleştiriydi.

Obama’nın bu eleştirilerinin, ABD’nin özellikle Suriye politikasında ve PYD konusunda Erdoğan ile AKP iktidarıyla sorunlar yaşadığı bir döneme denk gelmiş olması, nasıl okunması gerektiği bakımından önemlidir. Obama bu eleştirileriyle bir yandan, AB’nin çeşitli ülkelerinden Türkiye’deki iktidarın pratiklerine dair gelen eleştirilerle birleştirirken, diğer yandan da ‘müttefiki’ni açık bir dille eleştirecek noktada başkaca rahatsızlıklarının olduğunu da hissettirmiştir.

Ancak Obama’nın bu eleştirilerinden, Türkiye ile ABD arasındaki yarım asrı aşan ilişkilerin ‘devletten devlete’ olan boyutlarının artık toptan değişmeye başladığı anlamı da çıkarılmamalıdır. ABD Türkiye’yi PYD ve Suriye politikasına kazanmaya çalışırken, bir yandan da bulunduğu bölgede iş yaptığı/yaptırdığı önemli bir müttefikini de yitirmemeyi esas alan bir ‘dinleme’ eşiğinde duruyor.

Bu tablo içinde dünkü grup toplantılarında en sorunlu yerde ise kanımızca CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu durdu. MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “Nusaybin’de halka 3 gün süre verin, sonra taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın” sözleri, kendi siyasi geleneğine uygun bir söylemdir. Ancak akan kanın durdurulması için rol alması adına kendisine oy veren seçmenlerin olduğu CHP’nin liderinin, iktidara karşı tutumunda “Terörle mücadelede ihmaliniz var” söylemini aşamaması ve çözüme ilişkin risk alan bir politikanın eşiğine bile yaklaşmaması eleştirilmesi gereken bir tutumdur.

Ve bu yazıyı bağlarken devletin şu anda gittiği yolun, bir asırdır çözümsüzlüğü tescil edilen bir yol olduğunun her gün yeniden görüldüğünü bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Zira, Davutoğlu’nun 28 Ocak’ta ‘Tamamen temizlendi’ dediği Silopi’de önceki akşamdan itibaren çatışmalar yeniden başladı ve ilçede 3. kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Bu gelişme bile, bu sorunun şiddet politikasıyla çözülemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...