27 Mart 2016 01:00

Tarihselliği olan

Tarihselliği olan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

'Canlı varlık’ dediğimizde, gezegenimizdeki kendini çevreleyen ve etkileyen yaşam alanlarının en zor ve olumsuz koşullarına, bu koşullardaki daha zorlaştırıcı ve olumsuzlaştırıcı değişimlere uyum sağlayabilme becerisi gösterebilen ve tüm biyolojik var olabilme bilgisini sonraki kuşaklara aktarabilen organizmaları tanımlarız.
İnsangillerden homo sapiens, yani biz, milyonlarca yıl süren var olma maceramızda bu iki beceriyi tüm doğa üzerinde egemenlik, tüm insangiller üzerinde tartışılmaz üstünlük ve hatta kendi türümüz üzerinde sorgulanmaz iktidar ilan edebilme cüreti aşılayan tükenmez biyolojik, bilimsel, toplumsal başarılarımızla kazanıp perçinledik.
Milyon yıl önce en büyük sorunumuz dünya üzerinde sayımızı arttırmaktı. Bunu kadın ve erkek diye tanımladığımız türümüz farklı bireylerinin, birinin ‘yumurta’ üretmesiyle başlayan ve bu üretimin bitmesiyle sona eren ‘doğurganlık’ sürecinde, diğerinin ‘sperm’ üretmesiyle başlayan ‘doğurtkanlık’ sürecinde birleşmeleriyle sağladık. Bu bireylerimizin o günlerde doğurganlık ve doğurtkanlık sürecine kaç yaşlarında adım attıklarını bilmiyorum; bilebildiğim kadarıyla, örneğin iki yüz bin yıl geri gidersek bu sürecin 8-12 yaş ortalamasında başladığı söylenebilir: Günümüzdeki gibi…O tarihsel sürecin kahramanlarının sayılarını arttırırken fark ettikleri  en önemli olgu, birleşmelerin sadece kendi küçük, sınırlı sayıdaki bireylerden oluşan ‘toplumsal birimleri’ içinde kalmaması gereğiydi: Milyonlarca yıl içinde dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış sayıca küçük, sayılı bireylerden oluşan ‘toplumsal birimlerden’  kendilerine en yakın olanlarının bireyleriyle birleşmek ‘çeşitliliği’ (Günümüz diliyle: genetik veya biyolojik çeşitlilik) sağlayacaktı… Bunu başardılar. “Güçlü olduğun yerde halk şurası kur, şuraları birleştir” veya “şehirleri kırlardan kuşat” ya da “Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerini birleştir” der gibi…Unutmayayım, o günün birleşmelerinde ‘tecavüz’ ya da ‘çocukların cinsel istismarı’ söz konusu değildi, çünkü bugün çocuk dediğimiz birey o günlerde doğurganlık ya da doğurtkanlık sürecine adım atmış olandı ve işlevi sayının artması için üstüne düşeni sorgusuz, adeta ‘türün bekası için’ gönülden yapmasıydı.

On-on beş bin yıl önceki sorunumuz ise, kendimizi çevreleyen yaşam alanlarının koşullarına uyum sağlarken sayımızı arttırma siyasetini yerleşik bir düzene geçerek,  toplumsal yaşamı o düzen içinde yürütebilmenin yollarını bulmaktı. Atalarımızın kahramanları onu da keşfettiler: Toplumsal yapı kadın-erkek birleşmesi temelinde yaşama gözlerini açacak yeni bireylerin küçük birimlerde (aile) gelişerek türün önce doğa, sonra türün kendisi, sonra türün her bireyi üzerinde yönlendirici olabilecek egemenlik, iktidar, güç ve tartışılmaz-sorgulanmaz belirleyicilik üzerine kurgulanan toplumsallık tasarımlarında gerçekleştirilmeye çalışıldı.
Evlilik bunun için toplumun temelidir, soy bağının bilinmesi, akrabalık sisteminin çökertilmemesi bunun için önemlidir. Evlenme yaşı, çok eşli evlilik vb. gibi konular toplumsallık tasarımlardaki değişen zaman ve mekanlarda belirlenmiş kurgu yapı taşlarıdır. Evlenme yaşı binlerce yıl doğurganlık ve doğurtkanlık süreçlerinin başlamasına göre 8-12 yaş ortalamasında belirlenmiştir. Cinsel eğitim, yani doğurganlık ve doğurtkanlık süreçlerinde cinsel işlevselliğin gerekleri ‘yenilere’ ‘deneyimli olanlarca’ (kabile büyüğü, din adamı, baba, dede vb.) uygulamalı biçimde aktarılmıştır. Bu aktarımlar gelenek, ahlak, inanç bakımından meşrulaştırılmıştır. Yani binlerce yılın öyküsünde toplumların geçmişi bakımından 8-12 yaş ergenlik yaşıdır, cinsel ilişkide bulunma yaşıdır ve bu yaşa erişmişler bugünün dilindeki ‘çocuk’ ya da ‘küçük’ kalıbına sığmazlar. Bu yaştakilerin cinsel birleşmeye uygulamalı biçimde, toplumun ‘eğitici’ kabul ettiklerince hazırlanmaları da o kurgusallığın öngördüğü toplumsal eğitimin bir parçasıdır. Yani binlerce yılın hikayesinin büyük bölümünde 8-12 yaşı arkada bırakmış olanlar bakımından ‘küçüklerin cinsel istismarı’ ifadesi doğru değildir. Aksine, bugün ‘küçüğün cinsel istismarı’ dediğimiz olgu yakın geçmişimizin toplumsal yapısının temeli olmuştur.
Bugünkü sorunumuz ise, geçmişin toplumsal tasarımındaki cinsellik kurgusunu günümüzde de toplumsal ahlak, gelenek, inanç gereği gibi görüp öyle yaşayanların neden siyasi iktidarın en büyük destekçileri olduklarını anlayamamamız, ‘küçüklerin cinsel istismarı’ söylemine direnmelerine şaşırmamız, neden şaşırdığımızı düşünmeye de gerek duymamamızdır. Onlar için ‘küçük’ tanımı  ‘kızlar’da 9 yaşın altı, ‘oğlanlar’da 12 yaşın altıdır. Küçüklerin  cinsel  istismarı bu yaşların altındakiler için söylenebilir. O da şu koşulla : Cinsel istismar dediğimiz uygulama, toplumca makul ve makbul kabul edilebilir kişilerce eğitimin bir parçası olarak yapılıyorsa, istismar yoktur. İstismar kabul edilen olayda ise suçlu idam edilir. Dikkat: Günümüzde iktidarı eleştirmekte kullanılan ‘tecavüz ve küçüklerin cinsel istismarı’ yaygın olayları, uygun ve etkin mücadele yolu bulunmazsa, idam cezasını geri getirmenin bir aracı haline dönüştürülebilir.
Yakın gelecekte, geçmişin kültürünü günümüzde canlı tutmanın yolunu bulanların nasıl olup da ‘milli iradenin’ tabanı ve temsilcileri olabildikleri bir devlet biçiminin gerçekleşmiş olduğu sorusuyla karşılaşmamanın yolu, toplumun geçmişi geleceğin umutlarıyla canlandırmaya eğilimli çoğunluk kesimini geçmişi değil günümüzü geleceğin umutlarıyla heyecanlandıracak yeni toplum tasarımıyla birlikte mücadeleye katabilmemizdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...