17 Mart 2016 00:33

Barışı savunmak

Barışı savunmak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye son yılların en karanlık, en kötü dönemlerinden birisini yaşıyor. İktidarın “içeride savaş, dışarıda savaş” politikalarının bedelini masum insanlar hayatlarıyla ödemeye devam ediyor. Son 6 ay içinde üçü Ankara’da olmak üzere, toplamda beş büyük bombalı saldırı sonucunda çoğu gençlerden oluşan yüzlerce insan hayatını kaybetti.
Son aylarda Türkiye’de yaşananlar dünyanın başka bir ülkesinde yaşansa yer yerinden oynar, yaşanan saldırıların sorumlularından ve bu saldırıların yaşanmasına neden olan siyasi iktidardan hesap sorulurdu. Bizde bırakalım iktidardan hesap sormayı, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali iktidara yönelik en küçük bir eleştiri getirdiğinizde “hain”, “bölücü”, “terörist” suçlaması ile karşı karşıya kalmanız kaçınılmaz oluyor. İşin ilginç tarafı bu tür söylem ve suçlamalar sadece hükümet cephesi ile sınırlı değil. İktidar yandaşı tüm kişi, kurum, sendika ve konfederasyonlar, hatta muhalif gibi görünen kimi yapıların barışı savunanlara karşı iktidarın “terör dili” olarak ifade edebileceğimiz, özel propaganda biçimiyle nasıl ortaklaştığını kolaylıkla görebiliyoruz.
Son yıllarda antidemokratik ve baskıcı uygulamaların belirgin bir şekilde artması, barış isteyen akademisyenlerin tutuklanması, özgür basına yönelik baskı, tehdit ve hedef göstermeler giderek artmaya başladı. Ülkenin bir bölümünde fiilen savaş koşulları yaşanırken, ülkeyi “iç savaşa” sürükleme sürecini hızlandırmaktan başka bir sonuç vermeyecek olan son bombalı saldırıların kimin işine yaradığını, temel hak ve özgürlüklerin tıpkı darbe dönemlerinde olduğu gibi “askıya alınması”, savaş isteyenlerin “kahraman” barış talep edenlerin “terörist” muamelesi görmesi planlı bir şekilde yaratılan siyasal kaos ortamının “dış güçlerin” değil, bizzat iktidarın stratejisi olduğunu gösteriyor.
Uzun bir süredir ülkede “savaş” ve “barış” kavramları üzerinden derinleştirilen siyasal saflaşma ve kutuplaşma sürecinde, Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen gibi bazı işçi ve memur konfederasyonları, yazılı ve görsel medyanın çok büyük bir bölümü, hatta hükümet karşıtı gibi görünüp “terör söylemi” üzerinden hükümetle aynı dili kullananlar, ülkeyi adım adım Suriyeleştirmek isteyen iktidarın dümenine su taşımayı sürdürüyor.
Bugüne kadar sergiledikleri politika ve uygulamalardan ve sendikal çizgilerinden bağımsız olarak, farklı inanç, kimlik ve siyasi görüşlerden yüz binlerce emekçiyi temsil ettiğini iddia eden söz konusu yapıların, her türlü savaşa ve sömürüye karşı olmaları gerekirken, iktidarın siyasal stratejisine yedeklenen bir tutum almaları utanç verici bir durum.
Sendikaların ekonomik, sosyal hak mücadelesinde olduğu kadar, yapıları ve bileşimleri gereği savaşı, ölümü değil, ısrarla ve inatla barışı, yaşamı ve yaşatmayı savunmaları gerekir. Kendisini emek örgütü olarak ifade eden hiçbir kurum işçiler, emekçiler, halklar için yıkım anlamına gelen savaş cephesinde değil, barışın saflarında yer almak, en azından hangi safta olduğunu belirlemek zorundadır. Memlekette peş peşe acılar yaşanırken, ağızlarını her açtıklarında savaşı ve ölümü kutsayanların değil, barışı, yaşamı ve yaşatmayı savunanların yanında saf tutmak, herkesten önce emek örgütlerinin görevidir.  
İktidarın savaş politikalarına karşı barışta ısrarcı olmak, farklı kimlik, inanç ve mezhepten olan, yıllardır barış içinde bir arada yaşamı savunan herkesi barış talebinde birleştirmeyi gerektirir. Çünkü yaşam hakkının olmadığı, barışın ve özgürlüklerin yerleşmediği bir ülkede ne emekçilerin mevcut haklarını koruyabilmesi, ne de eşit ve özgür bireyler olarak barış içinde, bir arada yaşamaları söz konusu olabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa