19 Şubat 2016 01:00

AB'nin trajik sonu yaklaşıyor mu?

AB'nin trajik sonu yaklaşıyor mu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un dün başlayan AB Zirvesi öncesinde İngiltere Başbakanı David Cameron’la görüşmesinden sonra yaptığı açıklama, AB’nin içinde bulunduğu durumu çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. Schulz şöyle diyor: “AB’deki durum hiç bir zaman bu haftaki kadar dramatik olmamıştı.” (zeit.de)
Bu “dramatikliğin” iki önemli nedeni bulunuyor.
Birincisi: Yaz aylarından bu yana yaşanan “sığınmacı krizi” konusunda AB’nin pek çok ülkesi, karar vericisi durumundaki Almanya ve Lideri Merkel’e kazan kaldırmış durumda. Bu nedenle, bu zirve AB üzerindeki “Alman dominantlığı”nı biraz da olsa politik açıdan sarsacak gibi görünüyor. Her ülke sığınmacılar konusunda istediği gibi davranmak istiyor ve AB tarafından alınacak kararları tanımayacağını ilan ediyor. Hatta, AB’nin en önemli sembollerinden biri olarak kabul edilen Schengen Anlaşması’nın sonunun geldiği şeklinde de yorumlar yapılıyor. Çünkü pek çok ülke, sığınmacılarla etkili mücadele yürütmeyen Yunanistan’ın Schengen sınırları dışına çıkarılmasını, Yunanistan-Makedonya sınırının kapatılmasını istiyor.
Keza, geçtiğimiz yaz aylarında Yunanistan ve İtalya’da bulunan 160 bin sığınmacının kota esasına göre AB üyeleri arasında paylaştırılması yönündeki AB Olağanüstü Zirvesinin kararının hiç bir geçerliliğinin olmadığı bu zirve öncesinde ortaya çıktı.
Paylaştırılması öngörülen 160 bin sığınmacıdan sadece 497’si üye ülkelere dağıtılmış. Daha doğrusu dağıtılmamış desek daha yerinde. Almanya’nın en büyük destekçisi görülen Fransa bile kararı tanımayacağını açıkladı.
Bütün bunlar, AB zirvelerinde Almanya’nın isteği üzerine alınan kararın bir hükmünün kalmadığını, her üye ülkenin istediği gibi davrandığının örneği.
Bu hükümsüzlük aynı zamanda, kararın alınmasını dayatan Almanya’nın sözünün siyasi açıdan geçmediği anlamına geliyor.
Halbuki, aynı Almanya, “Avro Krizi” döneminde ülkelere adeta kök söktürüyordu. Alınan kararları hayata geçirmeyen ülkelere tehdit üzerine tehdit sallıyordu.
İkincisi: “Dramatik”liğin ikinci büyük nedeni ise İngiltere’nin durumu. Pek çok konuda AB tarafından alınan kararlardan muaf tutulan İngiltere, gelinen aşamada 2017’de, AB içinde kalıp kalmayacağını referanduma götürmeye hazırlanıyor. Karar daha önce alınmıştı. Bugünkü koşullarda bir referandum yapıldığı takdirde, İngiltere halkının çok önemli bir bölümünün Büyük Britanya’nın AB’den çıkışı (Brexit) yönünde oy kullanacağı açık olarak biliniyor.
Bu nedenle, referandum tarihi yaklaştıkça panik de büyüyor.İngiltere, referandumun iptal edilmesi için AB’den büyük tavizler koparmanın peşinde. Bunun için işi alabildiğince ağırdan alıp ayrıcalıklı hale gelmek istiyor. Schengen, avro, ortak dış politika gibi alanlarda zaten AB ile ortak hareket etmeyen İngiltere, şimdi sosyal ve hukuksal alanlarda da ayrı davranmanın pazarlığını yapıyor. Üyesi olmadığı Avro Grubunda söz hakkı sahibi olmak istiyor.
Bütün bunlar elbette geçmişten bugüne Almanya-Fransa ittifakıyla İngiltere arasında AB’ye bakış felsefesinin farklılığından kaynaklanıyor.
Almanya-Fransa ittifakının hedefi AB’nin giderek her alanda birleşmiş “Avrupa Birleşik Devletleri”ne dönüşmesi olurken, İngiltere, üye ülkeler arasındaki bağların çok güçlenmemesini, ortak iç pazarla yetinilmesini istiyor.
İşte bu “felsefe farklılığı”, nihai hedefe doğru adımlar atılmaya başlandıkça daha belirgin şekilde ortaya çıkıyor ve kopuş yönündeki hamleleri güçlendiriyor.
Bugün henüz İngiltere’nin AB’den ayrılması söz konusu olmamakla birlikte, referandum üzerinden yapılan pazarlıklar asıl olarak daha önce yapılan bütün planların yeniden gözden geçirilmesine vesile oluyor. Ve en önemlisi de her ciddi pazarlık, birleşmeyi yavaşlatıyor, bölünmeyi derinleştiriyor.
Bu nedenle, AB’nin içinde bulunduğu durum gerçekten de “dramatik”. Bunu, dünyanın en önemli gündemi olan Suriye konusunda da görmek mümkün. Sözde dünya siyasetine AB adına müdahale edilmesi hedeflenirken, gelinen aşamada bundan eser yok. Her ülke kendi bölgesel çıkarlarına göre davranarak ittifaklar belirliyor, adımlar atıyor. Hal böyle olunca da hissedilebilir bir ağırlık yok.
Başka ne olabilirdi ki... Olanlar gerçeğin dışa yansımasından başka bir şey değil.
Çelişkiler ve çatışmalar büyüdükçe AB’nin birleşik bir güç haline dönüşmesinin neden mümkün olmadığını, her ülkenin kendi çıkarlarına göre davrandığını, asıl belirleyici olan ulus-devletlerin çıkarları olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Dün Brüksel’de başlayan ve bugün sonuçlanacak zirvedeki tartışmalar bunu açık olarak gösteriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...