09 Şubat 2016 01:00

Suudi Arabistan ve Türkiye, Suriye'ye girer mi?

Suudi Arabistan ve Türkiye, Suriye'ye girer mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen hafta Suudi Arabistan’ın Suriye’ye asker göndermeye hazır olduğunu ilan etmesi ve Rusya Savunma Bakanlığının Ankara’nın Suriye’ye yönelik askeri bir hamleye hazırlandığını açıklaması heyecan yarattı. Bu esnada Başbakan Davutoğlu’nun Genelkurmay Başkanı Akar’ı da yanına alarak Suudi Arabistan’ı ziyaret edip kralla görüşmesi dikkatleri bu meseleye yoğunlaştırdı. Nitekim Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Riyad grubu (YMK) üzerinden muhaliflere Cenevre III görüşmelerini akamete uğratmaları için baskı yaptıkları haberi basına yansıdı. Geçen hafta şöyle yazmıştım: “Bu aşamada YMK’nin taleplerini kabul ettirebilmesi ancak Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Rusya’nın Esad’a desteğini karşılayacak bir destek sunmalarıyla mümkün olurdu. ABD’nin mevcut politikası çerçevesinde askeri ve diplomatik koşulların böyle bir desteği kısıtlaması YMK’ye fazla bir şans bırakmadı” (Evrensel, 02.02.2016).  Geçen haftaki gelişmeler Suudi Arabistan ve Türkiye’nin ABD ve Rusya’nın kurduğu diplomasi masasını devirerek, Suriye’de Rusya ve İran’la savaşa tutuşarak mevzi kazanma taktiğine başvuracakları kuşkusunu arttırdı.
Peki Suudi Arabistan ve Türkiye böyle bir maceraya girer mi? Türkiye üzerine yapılan analizler genelde karar vericinin psikolojik analizi üzerine yoğunlaşıyor. Uluslararası ilişkilerde özellikle kriz anlarında karar vericilerin psikolojik analizleri önemli hale gelir. İşin bu yönüyle ilgilenenlere Kadri Gürsel’in “Erdoğan Yine Tuzağa Düşecek Mi?” (Diken, 06.02.2016) başlıklı yazısını önerip farklı bir açıdan bakmayı deneyeceğim.
Öncelikle yakın geçmişle karşılaştırma yaparak başlayalım: Geçtiğimiz haziranda PYD’nin Grê Spî’yi (Til Ebyad) ele geçirmesi üzerine hükümet Suriye’ye asker sokmayı denemiş, günlerce TV haberlerinde ve gazetelerde IŞİD bayrağının karşısında mevzilenen asker görüntüleri servis edilmişti. Ancak özellikle Batı kamuoyuna yönelik söylemde askeri müdahalenin IŞİD’e karşı olacağı vurgulanırken, hükümet yanlısı medyada esas hedefin Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi sınırlayacak bir “Kürt koridorunun” oluşmasının engellenmesi olduğu vurgulanmıştı. O dönemde basına sızan haberlerde Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının Suriye’ye müdahaleye karşı çıktıkları belirtilmişti. Haberlere göre her iki kurum da 1) Müdahalenin uluslararası hukuka uygun olmayacağını; 2) ABD ve diğer Batılı müttefiklerin rıza ve onayının olmadığını vurgulamıştı. Uluslararası hukukta bir değişiklik olmadığı hepimizin malumu. ABD ve Batılı müttefiklerin tavırlarında da bir değişiklik yok. Hazirandan bu yana sahadaki en önemli değişiklik Rusya’nın askeri olarak Suriye’deki çatışmaya dahil olmasıydı. Batı’nın bu durumu kabullendiği anlaşılıyor. ABD’nin Türkiye hükümetine ilişkin yaklaşımı ise hazirandan bu yana iyice kötülemiş durumda. Hürriyet Washington Muhabiri Tolga Tanış’a göre: “Sonuç olarak Ankara bölgede birçok alanda yararlandığı Washington’ın kaldıraç gücünü de kaybetti. Dahası, Suriye’de yaşananlar, özellikle Pentagon’da Türkiye’ye karşı tamiri oldukça güç bir güven erozyonuna sebep oldu. Öyle ki, Türk askerinin sınır hareketliliğine bile şüpheyle yaklaşan bir yaklaşım oluştu ABD Savunma Bakanlığında. Türkiye üç hafta önce Cerablus’un karşısında mayın temizlemeye başlayınca, Pentagon’da konuştuğum üst düzey bir yetkili, ‘Ne yapmaya çalışıyorlar bir fikrimiz yok. İzliyoruz’ diyerek bu şüpheyi açıkça ortaya koyuyordu” (07.02.2016). Bu yazının yazıldığı saatlerde The Wall Street Journal gazetesi Türkiye’nin Suriyeli Kürt savaşçılarla geriliminin ABD’yle ilişkilerini gerginleştirdiğini başlığa taşıyan bir haber yayımladı (07.02.2016). ABD temsilcilerinin Rojava’yı ziyaret ederek Kürt statüsünü fiilen tanıdıkları bir ortamda Ankara’nın bu bölgeye yönelik bir saldırısına onay vermeyecekleri gün gibi aşikar. NATO ittifakına güvenerek böyle bir yola tevessül etmeyi düşünenlere 1956 Süveyş Krizi’nde ABD’nin kendi müttefikleri Britanya, Fransa ve İsrail’i tehdit ederek Sovyetler Birliği’yle beraber Mısır’ı koruduğunu hatırlatalım.
Özetle, hazirandaki “bürokrasi-siyasi irade dengesi” geçerliyse Suriye’ye askeri bir operasyonun gerçekleşmeyeceğini öne sürebiliriz. O halde bütün bu gürültünün blöf ve halkla ilişkiler taktiği olduğu sonucuna varabiliriz. Aksi durumda fiili güç rejiminin giderek konsolide olduğunu düşünebiliriz veya bu konsolidasyon için böyle bir askeri hamlenin gerekli olduğunu. Eğer hazirandakine benzer bir durum söz konusuysa bir haftalık bir heyecan fırtınasının ardından Suriye’de yapılacağı hayal edilen askeri hamlelerin ülke içinde yapılacağı öngörülebilir. Vadenin kısaldığı, belirsizliğin arttığı bir dönemden geçiyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa