26 Ocak 2016 01:00

Cenevre görüşmeleri başlarken!

Cenevre görüşmeleri başlarken!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Herhalde Suriye krizi ile ilgili en önemli gelişme, Suriye’de bir “ateşkes”le başlayacak “siyasi çözüm” girişimlerinin başlangıcı olacak olan “Cenevre görüşmeleri”dir.
Bu görüşmelerin bir anlamının olması için başlıca konu ise, görüşmelere kimlerin katılıp kimlerin dışarıda bırakılacağıdır.
Daha görüşmelere gelen sürecin “yol haritası” az çok ortaya çıktığında sürecin ilerleyip ilerlemeyeceğinin birinci düğüm noktasının “görüşmelere kimlerin katılacağı, kimlerin katılmayacağı” olduğu da besbelliydi.
Şimdi bu “kritik adım” noktasına gelinmiş bulunuluyor.

ANLAŞILAMAYAN KONU; PYD-YPG

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın iki günlük (cuma, cumartesi günleri) Türkiye ziyareti sırasında Erdoğan ve Davutoğlu ile yaptığı görüşmelerde de asıl konu buydu. Biden‘la Erdoğan ve Davutoğlu’nun “pek çok konuda anlaştığı” belirtildi. Başika konusuna bile bir formül bulunduğu belirtildi. Üstünde anlaşılmayan konu ise PYD-YPG’nin Cenevre görüşmelerine muhalefetin safında katılması oldu.
Elbette Biden, gerek bölgedeki operasyonlar, basın ve ifade özgürlüğü konusunda, Barış için Akademisyenlerin bildirisi karşısında akademisyenlere yönelik saldırılar konusunda Erdoğan-Davutoğlu yönetimini rahatsız eden eleştiriler de yaptı. Ama asıl sıkıntı ABD’nin, PYD ve YPG’yi “terörist görmemesi” dolayısıyla Cenevre görüşmelerinde, PYD’nin de yer almasını istemesiydi!
Denebilir ki, Cenevre görüşmelerinin başlamasının hemen öncesinde yapılan bu ziyaretin asıl nedeni, Türkiye’nin, PYD ve YPG’nin muhaliflerin safında katılmasına itirazını ortadan kaldırmaktı.
Ama iki günlük konuşmalar içinde bu sorun çözülemedi. Erdoğan ve Davutoğlu PYD’nin PKK’nin uzantısı, dolayısıyla “terörist örgüt” olduğu, bu yüzden de Cenevre’de muhaliflerin yanında toplantıya katılamayacağında ısrarlı olduklarını, Biden’la görüşmeden önce ve sonra kamuoyu karşısında yeniden yeniden deklere ettiler.
Biden da Davutoğlu ile yaptığı basın toplantısında PYD konusuna hiç girmeyerek kendilerinin de PYD konusunda ısrarlı olduğunu gösterdi.

SURİYE’DE DE KÜRT DUVARINA ÇARPMAK!

Bu tartışmalar içinde, dün başlaması beklenen Cenevre görüşmelerinin en az dört gün süreyle ertelendiği (sonrasının ne olacağı da belirsiz) duyuruldu. Ertelemenin asıl nedeninin de PYD-YPG’nin görüşmelere katılmasının bir formülünün bulunması için zamana ihtiyaç duyulması olduğu belirtiliyor. Bu formülün de PYD-YPG’nin görüşmelere, rejimden ve muhaliflerden ayrı, “üçüncü bir taraf” olarak katılması biçiminde olabileceğine dair düşünceler öne sürülüyor. Ama Türkiye’nin buna daha fazla itiraz edeceği, çünkü böylece PYD’nin “üçüncü taraf” olarak görüşmelere daha etkin katılmasının, Türkiye açısından ileride daha büyük sorunlar yaratacağı tartışmaları da şimdiden başlamış bulunuyor.
Bu tartışmalar olurken PYD ve YPG’nin Rusya ve rejimle Kamışlo’da “ortak bir üs” kurmak için harekete geçerken aynı zamanda Haseke bölgesinde de ABD ile “üs kurma” girişimleri yaptığı, böylece Türkiye sınırına yakın bir PYD-ABD lojistik üssü oluşturulması gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Öte yandan Lazkiye’de batı yanlısı muhalefetin son dayanağı olan Rabia kasabasının da Esad güçleri tarafından ele geçirildiği haberleri geldi. Ki bu, Cenevre öncesinde “Batı yanlısı muhalefet”in yeni ve stratejik önemde bir güç kaybı olarak değerlendirilmektedir. Dahası PYD’nin, hem Rusya hem de ABD ile ilişkilerini sıkılaştırırken kendi pozisyonunu da güçlendirdiği belirtilmektedir.
Bu da Türkiye’nin PYD’yi “terörist örgüt” ilan edip tecrit etme taktiğinin başarısız olacağı, böylece Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin Suriye’de bir kez daha Kürt duvarına çarpacağı anlamına geliyor.

MANEVRA ALANINI YİTİREN BİR DIŞ POLİTİKA

Bölgede kendi pozisyonunu güçlendirmek isteyen tüm güç odakları Kürtlerle yakınlaşmaya çalışırken, Türkiye’nin PKK’ye, PYD’ye yönelik ağır suçlamalar yapması, PKK’ye yönelik operasyonlar düzenlemede ısrar etmesi, Kandil’e yönelik hava operasyonlarının PYD’ye ve Rojava’ya da yapılabileceği yönündeki açıklamalar, Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin  Türkiye’yi uluslararası planda daha da zora sokacağını göstermektedir.
Nitekim Biden’ın Türkiye ziyareti sonrası Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, bölgedeki çatışmaların durdurulması ve “sorunun görüşmeler yoluyla çözülmesine” geri dönülmesinin  istenmesi de bunun bir işaretidir.
Kısacası Türkiye, giderek artan biçimde Kürtlere yönelik ve Kürt sorununu “askerle çözme”de ısrar eden çizgisiyle bölgede de manevra yapma yeteneğini hızla kaybeden bir ülke durumuna sürüklenmektedir.
İşte şimdi; Suudi Arabistan’ı da arkasına alarak “Suriye krizine siyasi bir çözüm bulma” girişimlerini, “PYD teröristtir” iddiasıyla  akamete uğratan bir ülke olması durumunda, Türkiye’nin uluslararası itibarının nasıl bir çukura sürükleneceğini, bunun sorumluları olacak olanlar görüyor mu?


BİRİMİZİN MÜCADELESİ HEPİMİZİN MÜCADELESİDİR!

Yasalar, “iş kolunda kurulmuş herhangi bir sendikaya (hatta birden fazla sayıda sendikaya) üye olmak işçinin hakkıdır” diyor. Ama patronlar, yıllardır sendikaya üye olmayı bir “suç” gibi takip ediyor; sendikaya üye olan, üye olduğundan şüphe ettiği işçileri işten atmakta tereddüt etmiyor.
İşçiler ise patronlara karşı direniyor; çoğunlukla da işten atılan işçiler işyerleri önünde direnişler yapıyor. Bunu son aylarda SeraPool işçilerinin, Divan işçilerinin, Marmara Üniversitesi Hastanesi işçilerinin direnişinde gördük. Son yıllarda sayısız işyerinde benzer sendikalaşma mücadelelerine tanık olduk.
Şimdi de Çetinkaya Nakış işçileri DERİTEKS Sendikası’na, CP Piliç işçileri de Gıda-İş Sendikası’na üye olmaları nedeniyle işten atıldıkları için direnişteler.
DERİTEKS ve Gıda-İş bu direnişlere sahip çıkıyor ve işçilerin sendika seçme hakkının gerçekleşmesi için çalışıyorlar.
Yasalar şunu yazar bunu yazar, patronlar şu önlemi alır bu önlemi alır; bunlar onların seçenekleridir. Ama eğer işçiler aralarında birleşirlerse, sendikaları işçilerin arkasında duruyorsa, sendikalı olmalarını hiçbir güç engelleyemez.
Gerek CP Piliç, gerekse Çetinkaya Nakış işçileri şimdi böyle bir yola girmiş görünüyorlar. Sendikaları da arkalarındadır. Dolayısıyla aralarında birliği ilerlettikleri ölçüde tüm emek cephesi güçlerinin de arkalarında olduğunu göreceklerdir. Çünkü mücadele, sınıfın geri kalan kesimleri için de kendi mücadeleleridir.
Elbette ki direnişe en yakın bölgelerden başlayarak tüm emek güçlerinin destek vermesi, direnişin ilerleyip başarılı olması için hayati önemdedir. Çünkü yaşananlar açıkça göstermektedir ki; işçiler yasalarda yazan en eski haklarını kullanmak istediklerinde bile ciddi bir mücadele vermek zorunda kalmaktadır.
Hele de söz konusu olan sendikalaşma mücadelesi olduğunda, “Birimizin mücadelesi hepimizin mücadelesi” olmak durumundadır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa