19 Kasım 2015 01:00

Silvanlar: Savaş ve barış arasında

Silvanlar: Savaş ve barış arasında

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cizre ve Silvan’dan hareketle -çatışmalar, şiddet, hendekler, ambargolar, ölümler, öldürmeler, bombalamalar ve ablukalar- pek çok şey tartışılıyor.
Yaşananlar, Türkiye’nin tümünde insanları sarsıyor. Çatışma ortamı, insanları pozisyon almaya zorluyor. Çoğu kez anlam vermekte zorlanıyoruz olan bitene.
Şöyle  düşünüyorum:
Birbirimizi ve birbirimizin telaşını, endişesini, korkusunu anlamaya çalışmalıyız.
Olan bitene insan hakları hukuku ve insancıl hukukun ilkeleri penceresinden bakabilir miyiz?
Bence en doğrusu bu. Çünkü olağan rejim koşullarındaki ve savaş/çatışma koşullarındaki ilke ve standartlar, bu iki hukuk dalında var.
İlk olarak hemen ve daimi olarak barış talebimizi seslendirmeliyiz. Bıkmadan  tekrarlamalıyız.
Çatışmalarla ilgili olarak çatışan tarafları savaş yasa ve geleneklerine ve ilkelerine uymaya zorlamalıyız.
Ölümler var. Sayılardan ibaret değil ne asker, ne polis ne de gerilla…Ve ne de siviller…
İnsan…
Hepsi insan onuruna sahip ve her birinin bir hikayesi var.
Anlamaya çalışmalıyız.
Şahsen bizim, savaşa, savaş kurumlarına, savaş araç ve gereçlerine ve aygıtlarına; tanka, topa, tabancaya, tüfeğe, mermilere, militarizme övgüde bulunmamız söz konusu olamaz.
Türkiye’nin anayasal ve yasal çerçevesinin demokratik olmasını isteriz. Demokratikleşme kavramı içinde  özerklik konusu da var. Bu konuları konuşmak, tartışmak ve değiştirmek gerek. Değiştirecek olan biziz, halk yani…
Türkiye halkı…
Silahların susmasını isteriz. Barış düşüncesinin ve barış hareketinin güçlenmesi için katkıda bulunmaya çalışırız.
Savaşlar, çatışma ortamları, insanlar ve doğa açısından hem yıkıcıdır, hem de  militarist düşünce ve kültür en çok da bu ortamlarda yeniden üretilir. Bu bir realite.
Ülkeler düzenli/sürekli ordu bulunduruyor. Değişim isteyenlerin bazıları da -barışçıl ve demokratik değişim süreçleri sanki yaşanamazmış gibi- silahlanıyorlar.
Bu da sanki sorunların çözümü namluların ucundaymış gibi bir algının oluşmasına yol açıyor.
Şahsen devletler için düzenli orduların bir zorunluluk olduğu düşüncesinde değiliz. Devlet dışı politik aktörler için de düzen/sistem değişikliği mücadelelerinde silahlı yolun tek, mutlak, kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu düşüncesinde değiliz.
Değişimin temel gücü insandır, halklardır. Buna inanırız.
Devrimi, değişimi halklar yapar. Devrimin ve değişimin güvencesini de halklar oluşturur. Silahlı  grup ve yapılara ve silahlı eylemlere dair övgü sözleri ufuk açmıyor, tersine namlu deliğine sıkıştırıyor ufku. Dünya namlu deliğinden göründüğünden ibaret değil.
İnsan hakları ve özgürlüklerinden -ilke ve değerlerden- yana  taraf olmak lazım.
Barış düşüncesi, insan  hakları  ve özgürlüklerle temellendirilince  gerçek olur.
Hatırlayalım: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 28. maddesi sonuç olarak şöyledir:
- Bildirge’de yer alan haklara ve özgürlüklere dayalı bir uluslararası ve sosyal düzen herkesin insan hakkıdır.
En az 50 hak var bildirgede.
Daha önce de belirtmiştim, çeşitli ulusal üstü insan hakları belgelerinde toplamda, medeni ve siyasi hak olarak 111, ekonomik, sosyal, kültürel ve dayanışma hakkı olarak en az 72 olmak üzere 183 hak var.
Demek ki 28. maddeyi yorumlarsak, bu 183 hak yeryüzünde yaşam bulsa savaşlar, silahlı çatışmalar olmayabilir. Barış, mümkün ve olanaklı olabilir.
Bir düş mü bu? Hayır, pekala mümkün…
Peki ne yapmak lazım?
Barış ilhamını ve cevabını yine hayatın içinde bulabiliriz.
Silvan duvarlarına özel timlerin yazdığı yazıyı değiştiren -o ağır baskı koşullarına, yıkımlara ve acılara rağmen - o naif insanlara selam ve aşk olsun.
İşte cevap:
-Ne mutlu türkü söyleyene…
Türkü söylemek lazım...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa