16 Kasım 2015 01:00

Sandığa ve iktidara zincirli ellerimiz

Sandığa ve iktidara zincirli ellerimiz

Fotoğraf: Envato

Paylaş

O, 20 yıllık bir işçi.
Gebze Organize’de kurulu Artemis’te çalışıyor.
Duşa kabin, küvet, duş teknesi, spa, buharlı-masajlı sistemler vs üretiyor.  
Kimi ürettiklerinin tanesinin fiyatı aldığı ücrete denk! Kimisinin ki ise aldığı ücretin üç katı...
Hayatı boyunca MHP ve AKP’den başkasına oy vermişliği yok.
Bu istikrarını sadece 7 Haziran’da bozmuş ve sandığa gitmemiş.  
İki partiye de güveni kırılmış ama başka partilere oy vermeye eli varmadığı için boykotçular kervanına katılmış.
1 Kasım’da ise tutum değiştirip AKP’ye oy vermiş.
Tutum değişikliğini kendisi şöyle özetliyor: Ben 1 Kasım seçimlerinde oyumu AKP’ye verirken bir işçi gibi değil TOKİ’den 15 yıl borçlanarak ev almış birisi gibi davranmak zorunda kaldım.
Ayrıntılarını bu sayfada yer alan okur mektuplarında bulacağınız, bir istikrarla korkutma hikayesi örneği.
Bence...
Bu hikayeden yola çıkıp AKP’nin emekçiler nazarındaki ‘seçim başarısının’ arkasına ayna tutmak mümkün!

PARLAKLIK VE ÖTESİ

AKP’nin 13 yıllık ekonomisinin görüntüsü şöyle.
Ülkeye yabancı para aktıkça aktı. Tüketim çılgınlaştı.
AVM, konut, duble yol, stat kısacası  inşaat her yeri sardı. Koca dünyada bu konuda Türkiye’yi bir tek Çin geçebildi.
Ticarileşme patladı.
Kentler ve tarım alanları rant kaynağı oldu.
Doğa alınıp satılan değerli bir madene dönüştürüldü.
Her şey tüketimin parçası haline getirildi.
Yoksullar, emekçiler de bu çarkın içine dahil edildi. Elbet de borçlandırılarak.
Yani 13 yılda emek ucuz, tüketim bol oldu.
Kimine göre parlak olan bu görüntünün bir de ardına bakmak lazım.
Bakarsak...
Metalaşma yani her şeyin ticaretin konusu haline gelmesiyle... Parasallaşmanın artmasıyla...
Şiddet ve otoriterleşmenin yan yana gittiğini görürüz.  
Ne kadar hızlı ve yoğun metalaşma-parasallaşma o kadar çok şiddet ve otoriterleşme denklemi oluştu.
Burada bahsettiğimiz şiddet, polis ve özel güvenlik şiddetiyle sınırlı değil.
Tabi ki de... Greve çıkan, direnişe geçen işçilerin karşısına dikilen...
İşten atılan taşeron işçiler hakkını aramaya kalkınca hemen orada beliren...
Barınma hakkını savunanları... HES’lere karşı mücadele edenleri... Üniversitede demokratik tepkisini gösteren gençleri... İktidarın kimi politikalarını protesto etmek için sokağa dökülenleri... ‘Hizaya’ getirmeyi hedefleyen bir şiddet var.
Lakin burada bahsettiğimiz, ‘güvenlik’ şiddetini de kapsayan geniş tanımlı bir piyasa şiddeti.

PİYASA TAKMIŞ AKP SÜRÜKLEMİŞ

Sürekli işsizliğin, mülksüzlüğün, belirsizliğin, güvencesizliğin şiddeti...  
Ciğerlerinin dolup öleceğini bile bile kot taşlama işinde niye çalışır bir insan? O çaresizliğin şiddetine çarpmasa.
Büyük ihtimalle öleceğini bile bile girer mi madene biri? Şayet topraktan koparılıp mülksüz bırakılmasa...
Soma’da 301 arkadaşını feci şekilde kaybetmiş, kendisi tesadüfen hayatta olan bir maden işçisi...
Daha önce “Bize köpek muamelesi yapıyorlardı” diye suçladığı maden şirketi hakkındaki şikayetinden vazgeçer mi? Açlıkla, işsizlikle sindirilip, iş vaadiyle piyasa şiddetine boyun eğmese...
Kaderi iki dudak arasındaki taşeron ya da geçici, mevsimlik, sözleşmeli işçi...
Belirsizliğin şiddetine maruz kalmıyor mu?
Şiddet kelepçeyi takıyor, dizginliyor.
Ne acıdır ki… AKP teşkilatlarının referansı olmadan, o kelepçenin takılması bile imkansız bir çoğu için.
İşçi AKP’ye minnettar bunun için!

RIZA ÜRETİLİYOR

Bunca acımasız koşula, ölümüne çalışmaya (Yılda 1500-1800 arası işçi iş cinayetine kurban gidiyor) tepki değil de neden minnet?
Bu sorunun birkaç yanıtı var.
Bunlardan biri borçlandırma.
Tüketici kredisinin yüzde 70’i... 2000 lira ve daha az geliri olan yoksul hanelere ait.  
Borç öyle bir bela ki...
Örnek başta bahsettiğimiz Artemis işçisi. Gitmiş TOKİ’den ev almış. 15 yıl borçlanmış. 7 Haziran’dan sonra TOKİ yönetimi 3 günde bir, “istikrar gelmezse borcun artar” deyip AKP’yi işaret etmiş. O da işarete uymuş.
Borç ‘rıza’ üretmiş!
Diğer bir neden ise... Mülksüzleştirilene, fakirleşene, çok yoksullaşan ve kenara itilene yapılan sosyal yardımlar.
Milyonlarca aileye yardım yapılıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun Hanehalkı Gelirleri ve Harcamaları araştırmasına göre; geçen yıl 648 lira ve altında gelirle yaşayanların sayısı 22 milyon.
Yani her üç kişiden biri yoksul.  
Böyle bir ortamda milyonlarca aile yardımların kesilmesini asla göze alamaz, alamıyor da... Zira o yardımlar olmadan geçinmesi imkansız çünkü.
Beterin beterinden kaçmak için, ‘biz olmazsak onu da bulamazsın’ tehdidi karşısında takılan gönüllü bir kelepçe işte!
Bu muhtaçlığın yarattığı tabloyu şu: Türkiye dünyanın en büyük 17. ekonomisi. İnsani gelişmişlikte ise üçüncü ligde…  

BİR DE HUKUKSUZLUK EKLENİNCE

Saydığımız tüm acımasız boyunduruklara bir de kanunların keyfiliği eklenince...
Bir gün piyasanın kralı olan bir başka gün sonra suçlu oluyorsa...
Bir gün önce yasal olan (örneğin grev) bir gün sonra yasadışı oluyorsa...
Avrupa’nın en büyük AVM inşaatını yapan işçi kış soğuğunda naylon çadırda yanarak can verdiğinde... Ölümünden önlem almadığı gerekçesiyle işçiyi suçlu buluyorsa adalet...
Soma’da ölen arkadaşlarının hesabını sormaya kalkan işçiyi tekmeleyen danışman değil de... ‘Kamu malına zarar vermekten’ protestocu işçiyi daha kusurlu buluyorsa hukuk...
İşte o zaman katmerleşiyor boyunduruk.

ÇARESİZLİK HİSSİNİN SAVURDUĞU LİMANLAR

Ekonomik çaresizlik, mülksüzleşme yasal keyfilikle birleşince ‘zincir katmerleşiyor’ dedik ya! İşte o zincir katmerleştikçe... Her zaman, her durumda kenara itilmişlik, azınlık olma duygusu yayılıyor. Çaresizlik hissi kaplıyor ortalığı.
Daimi bir depresyon... Ne kadar mücadele edilirse edilsin değişim yaratamama inancını pekiştiriyor.
O vakit iktidarı din üzerinden kendi iktidarın olarak algılamak iyi geliyor. Bunun farkında olan AKP’de cendereye ittiklerinde ‘dindar müşteri’ memnuniyeti yaratmak için hamleler yapıyor: Cami yapımı, Diyanetin Bütçesi’nin artırılması, zorunlu din dersi sayısının, imam hatip liselerinin artırılması vb.
Memnun olmak iyi de ancak gerçek acıtıyor artık!
Aile ile bir hafta bile tatile çıkılamıyor. Karun kadar zenginleşenler çocuklarımıza işçisin ilelebet işçi kal diyor.  
Milliyetçilik limanına yanaşmak da bahsettiğimiz yalnızlık ve çaresizlik karşısında tercih edilen yol oluyor. İşçi orada kendini güçlü hissediyor... Yalnızlıkların, hiçe sayılmanın ortasında kendini kimlikli buluyor.   
Oysa iki yol da zincirlerden kurtarmıyor. Aksine bir araya gelip güç oluşturabilecek sınıf kardeşlerini bölüyor.
Zinciri kıracak yöntem ülkede işçilerin kendini güçlü hissedeceği birliğinin sağlanmasından... Ülke dışında da dayanışmanın yaratılmasından geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...