12 Kasım 2015 01:00

Terörle yönetip şantajla kazanmak! (1)*

Terörle yönetip şantajla kazanmak! (1)*

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1 Kasım seçimlerini kendisinin de beklemediği bir destek artışıyla kazanan T. Erdoğan iktidarı ve AKP yönetimi, devletin tüm organlarını ele geçirmiş ve yeniden örgütleyerek kendi politikalarının sürdürülmesinin araç, güç ve kurumları olarak seferber etmiş olmanın “rahatlığı”yla kendisine muhalif gördüğü herkesi, ama öncelikle ve ivedilikle devrimci demokratik ve sosyalist ileri kesimleri dağıtıp susturacak bir siyasal-askeri taktikle saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyor.
“Muhalefet” genel başlığı altında asla bir arada anılamayacak ve getirilemeyecek çok farklı kesimlerin hemen tümünde ise, tüm bu temel nitelikte farklılıklarına karşın, neredeyse  ortak bir tema olarak, “nasıl oldu da AKP iktidarı bu denli yüksek bir seçmen desteğine sahip olabildi?” sorusundan hareketle bunun nedenlerini tespit ederek kendi politikalarını; çalışma tarzlarını, halk kitleleriyle ilişkilerinin biçim-içerik ve düzeyini gözden geçirme öne çıkmış görünüyor. Çoğu bununla meşgul ve CHP ve MHP gibi sistem partilerinde “kazanlar fokur fokur” ve yönetim için kavgalarının oldukça sert geçeceğinin tüm işaretleri mevcut. Bu kavgalardan halk kesimleri yararına bir sonuç çıkması, bu partileri hâlâ desteklemekte olan emekçi kesimlerinin sosyal-iktisadi ve siyasal hakları için bu partilerin yönetimlerini değil sadece politikalarını da terk ederek kendilerinin hak ve talepleri için mücadeleye yönelmelerine bağlı. Değilse, yönetim kavgalarının sonucunda birilerinin gidip diğer ekiplerin gelmesiyle söz konusu partilerin devletin “bekaası” ve “düzenin istikrarı”nı koruma ve kollamada AKP ile yarışmasından başka bir sonuç çıkmaz.
Bu “bekaa” ve “istikrar” kapitalistlerin çıkarını, tekellerin hakimiyeti ve denetimini, ABD ve AB’nin büyük güçlerinin stratejik çıkar politikalarını esas alır. Devlet diye diye ne olduğu görünmez kılınan ve hatta göksel bir güç düzeyine çıkarılan ve fakat başlıca organları ordu, polis, hükümet, yargı, maliye, eğitim vb. kurumlarında üstlenmiş kanlı-canlı insanlar tarafından çekip çevrilen zor aygıtının, MİT-Kontrgerilla, özel kuvvetler ve günümüzde buna eklendiği belirtilen “Tayyip Milisleri” gibi yasal ve yasa dışı militarist-bürokratik örgütlenmelerle takviye edilmiş aygıtın sürdürülmesini başlıca görev edinir. Sistem partilerinin politikası bununla malüldur.
Bu o denli nettir ki, burjuva muhalefet parti yöneticileri, iktidar-devlet partisinin terorist saldırılarına ve yağma-talan politikalarına ‘muhalefeti‘ kem-küm etmekten öteye götürmezler ve bu durumda bile, neredeyse her zaman bir “dengeleme taktiği” olarak devrimci-demokratik ve sosyalist parti ve kesimleri suçlamaktan geri durmazlar.
Kuşkusuz aralarında farklılıklar vardır: MHP ve Perinçek’in Kontra örgütü örneğin bunu açık ırkçı-şoven çizğide; Kürtlere ve Alevilere karşı, ve hakları için mücadeleye yönelen işçi ve emekçileri suçlayarak yaparken; CHP yönetimi daha temkinli, daha ortada bir yerde durarak, devleti korumaya alıp hükümeti suçlayarak ve aşırı hak ihlalleri üzerine söylemsel itirazlarda bulunarak tutunmaya çalışıyor. Kürt kentlerinde ve kırında sürdürülen askeri-polisiye gaddarlığa karşı tutum açık göstergedir. Kentler ve onbinlerce insanın yaşadığı ilçeler ve semtler günlerce askeri ablukaya alınarak insanlar iyeceksiz-içeceksiz bırakılır ve ülke yöneticilerinin “zulüm” olarak nitelediği başka ülkelerdeki görüntüleri aratmayan vahşet sürdürülür ve neredeyse hergün birkaç Kürt genci katledilirken, ne parlamentado ne de sokakta bu partilerin ciddiye alınır bir itirazlarının olmaması, nerede durduklarının göstergelerinden sadece biridir.

İNKARCILIK VE ŞOVENİZM EBEDİ KURTARICI OLAMAZ!

Burjuva düzen partileriyle iktidar aygıtını elinde tutanların Türkiye’nin yönetilmesine dair politikalarının esaslı bir özelliğinin, ülkenin çok uluslu ve çok “inançlı” durumunu; tüm ulusal-etnik ve dini-mezhepsel kesimlerden işçi ve emekçilerin birliğini önlemenin aracı olarak kullanmak üzere istismar olduğu, yüz yıllık “Cumhuriyet”in pratiğiyle kanıtlanmıştır! Türkü Kürt’e; Sünniyi Aleviye karşı el altında tutmak, kışkırtmak ve kullanmak yönetim tarzı ve politikasının unsurlarından biri olagelmiştir ve bu durum günümüzde özellikle T. Erdoğan yönetimindeki devlet-hükümet pratiğinde çok daha katı ve belirgin biçimler aralarak sürmektedir. “Bölme” ve “Bölünme” fobisinin etkin tarzda kullanılan bir malzeme olduğunu, devlet-hükümet yöenticileri dahi redddemezler. Asimilasyon ve sindirmenin yetersiz kaldığı yer ve zamanda nasıl da vahşete baş vurduklarını Kürt kent ve kırındaki imha politikalarıyla Alevilerin aşağılanması ve Maraş-Sivas-Çorum katliamlarında olduğu üzere toplu öldürmelerle göstermişlerdir.
Ancak, artık bu da yetmemektedir: Bu her iki “aykırı”-”azınlık” açısından da uyanış ve hak eşitliği istemi daha ileriden ve daha kitlesel olarak gündemleşmiştir. İnkar nasıl boşa çıktıysa, imha ve boyun eğdirme amaçlı askeri-polisiye güç kullanımı ve toplu katliam girişimleri de “yola getirme”ye yetmeyecektir! Bu politika, bu güne gelen süreçte görüldüğü üzere kendileri ve hakları yok sayılanların daha fazla birleşmelerine, birlikte ve güçlü olarak mücadeleye yol açmaya mahkûmdur. “Sonuna kadar gidilecek, bir tek terörist kalmayana dek operasyonlar sürecek!” diye talimatlar yayımlayarak Kürtlerin katledilmeleri üzerinden ulusal hak eşitliği istemini “tarihe gömeceğini” düşünenlerin henüz yaşanmamış gelecek zamanlardan ders almaları mümkün olmasa da, çok özendikleri Osmanlı’nın akibetine bakarak önümüzdeki dönemlerde olabilecek “felaketler” üzerine kabus görebilirler!

İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN DESTEĞİ-NİYE?

1 Kasım seçim sonuçlarının değil sadece öncekilerin de gösterdiği en önemli gerçeklerden biri, tekelci kesimi başta olmak üzere kapitalistlerin çıkarlarına politikaları emperyalizm işbirlikçiliğiyle harmanlayarak uygulayan-ve gerçek lideri her zaman Erdoğan olan AKP hükümetlerinin işçilerin yanısıra kent ve kır emekçilerinin küçümsenemez bir kesiminden de destek gördükleridir. Bu desteğin çok çeşitli etken ve nedenleri vardır ve tümünü burada sıralamak mümkün değildir. Ancak, yukarıda belirtildiği üzere, farklı ulusal-etnik ve dini-mezhebi kesimlere aidiyetin çok uzun zamanlardan beri burjuva iktidarlar tarafından işçi ve emekçilerin başlıca sınıfsal talepleri üzerinden birlikte hareket etmelerini önlemek üzere istismar edilmesi, denebilir ki ilk sırada yer almaktadır. Kürdistanda onca vahşi biçimleriyle sürdürülmekte olan devlet saldırılarına “Batı”daki işçilerin en ileride olanlarının dahi ciddi bir tepki gösterememelerinde bunun payı büyüktür. Bu durum bir suçlama gerekçesi değil, nesnel bir olgunun görünümüdür ve değişmesi kesin gereklilik gösterir. İşçiler, çünkü hangi ulusal kökenden olurlarsa olsunlar, baskı ve saldırının hedef aldığı kesimlerin yaşadıklarına bu yabancılığı ve kayıtsızlığı sürdürdükleri sürece, sermaye zorbalığının yenilgiye uğratılamacağı, işçilerin de bütün lokal eylemlerine ve hatta yalnızca ekonomik taleplerle sınırlı genel eylemlere başvururmalarına rağmen, zorbalık ve sömürüden kurtulamayacakları çok açıktır. Türk işçisi, Kürtlerin özgürlük mücadelesi ve hak arayışının yanında yer almadıkça ve Kürt işçi ve emekçisi Türk ulusundan ezilenlerin sermayeye ve burjuva diktatörlüğüne karşı mücadelesini tüm gücüyle desteklemedikçe, bu birliğin sağlanması ve böylece despotik-gaddar ve vahşi burjuva saldırganlığın püskürtülmesi mümkün olamayacaktır.
Kuşku duymamak gerekir ki, işçiler ve kentlerin öteki ezilen emekçileri AKP’nin tüm vahşi saldırılarına ve Ankara-Suruç katliamlarında görüldüğü üzere iktidar korumasındaki IŞİD tarafından gerçekleştirilen katiamlara rağmen iktidar partisine desteklerini yalnızca “ülkenin bölünmesi korkusu” veya şovenizm ve ulusalcılığın etkisinde kalmaları nedeniyle sürdürmüyorlar. Bu etkinin kapitalizm tarafından tahrip edilmekte olduğu bir yana; iktidar partisi sadece siyasal istikrar vurgusu, terör tehdidi, kaos korkutmasıyla; ve bütün bunlara karşı “kurtarıcı!” rolündeki iktidar gücü olarak meydan okumasıyla değil, -ki bu bir mafya yöntemidir-iktisadı-sosyal vaatleriyle de destek görmüştür. Basit ve yalın örnek asgari ücretin 1300 liraya çıkarılacağı vaadidir ve işçilerin önemli bir kesimince önemsenmiştir. Türkiye’de borçlanarak gelirinin üzerinde tüketme olanağı aldatıcı bir şekilde emekçi kesimler açısından da fazlasıyla kullanılmaktadır. İşsizliğe, düşük ücrete ve hak yoksunluğuna rağmen, ianecilik, belirlenen ailelere 600 TL yardım, çocuk bakım desteği vb. gibi uygulamalarla destek sağlanabilmektedir.

*Terörle Yönetip Şantajla Kazanmak!  başlıklı yazının ikincisi yarın devam edecek

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa