10 Ekim Ankara: Bilincin ele geçirilmesi
Fotoğraf: Envato
10 Ekimdeki gibi bir olay yaşandığında, Soma yaşandığında, 1 Mayıs 1977 yaşandığında, 1999 Depremi yaşandığında “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorduk.
Artık “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” da diyemiyoruz. Hatta “Eskisi gibi olmayacağını bildiğimiz halde”, “Daha kötüsü de olabilir” dememek için bunu diyemiyoruz.
Çukurova Üniversitesinde Öğretim Elemanları Derneği ile birlikte bir forum düzenledik. Tanıklıklar, uzmanlıklar. Hepimiz sürecin kaçınılmaz taraflarıyız. Ağır ve acı bir iz bırakıyor yaşananlar.
Adana Eğitim Sen Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Köte, “Birinci patlama… Havada bir toz bulutu. Ses bombası olmalı diye kendimizi avutmaya çalışıyoruz. İkincisi de geliyor. Ortalık kan gölü, Kanlı Pazar’a kanlı Ekim ekleniyor” (…) “Üçüncü bir patlamadan korktuk, kendimizi etkisiz eleman gibi hissettik” (…) “Ne hale geldik? Cenazenin hangi morgda olduğunu öğrendiğimizde bile, buna bile neredeyse sevindik, cenazemizi bulduğumuza bile sevinir hale geldik” (…) “Önceki gün değerlendirme toplantısı yapacaktık. Birbirimizin yüzüne baktık. Kimsenin konuşmaya cesareti yoktu. Bir süre öyle birbirimizin yüzüne baktık. Sonra dağıldık” diyor.
Kızıyla oğluyla birlikte olayın mağduru ve tanığı bir anne, SES Adana Şubesi Kadın Sekreteri Güler Cırlaz: “Kızım diye koştum. İnsan bedenlerinin üstünden geçtim. Her taraf parçalanmış beden parçalarıyla doluydu. Birkaç dakika sonra uzuvları parçalanmış olanları görememeye başladım. Sadece bütün olanlara bakmaya başladım. Belki birkaçını kurtarabiliriz diye.” (…) “Ben niye ölenler arasında değildim, ağır bir suçluluk duygusu, ben niye ölmedim. Arkadaşlarım niye öldü?” (…) “Oysa giderken 100 binler olursak kimse bir şey yapamaz diye düşünüyorduk. Gülerek oynayarak, barış için gitmiştik. İnsanlar iyidir, iyi insanlara bir şey yapmazlar diyorduk”.
10 Ekim’de Ankara’da bulunan bir öğrenci: “Artık et kokusuna dayanamıyorum” diyor. Bir diğeri, “Bugünlerde herkesin kafası karışık, insanların arkadaşları ölmüş, yaralı arkadaşının ayağı kesilmiş… İnsanın üstüne arkadaşlarının bedenleri etleri dökülmüş, sarıldığı arkadaşı onu kurtarmış ama kendisi ölmüş…” “Bilinç, bugünlerde durmuş vaziyette” diyor
Psikiyatrist Soner Çakmak “Bilincin, üstesinden gelinemeyecek kadar ağır dışsal uyarıcıların etkisine maruz kalması durumunda travma yaşanıyor” diyor. Bir diğer psikiyatrist Gonca Karakuş: “Hedeflerimize ulaşmak için karşımızdakini yok sayabiliyoruz. Yaptıklarımızı normal sayabiliyoruz.”
Terörün, şiddetin, çatışmaların böyle “üstesinden gelinemeyecek kadar ağır olma” durumu ki, bilinci de kendi şiddetinin tekeline alıyor.
İletişimci Nurçay Türkoğlu, “terörün kanın seyirlik hale” dönüştürülebildiğini, bunun “kötü kara derin kökleri” olduğunu ifade ediyor.
Filozof Celal Gürbüz, “hangi gen şiddet yaratır, tüm örgütlü saldırganlıklar öğrenilmiştir” diyor. “Bilinci de kendine bağlayan bir ideolojik durumla, dini ideolojilerle” karşı karşıya olduğumuzu, bu irrasyonaliteyi yine ancak bilinci öne alarak, rasyonaliteyi, bilimi, vicdanı öne olarak aşabileceğimizi söylüyor.
En az Ankara önündeki bombalar kadar tehlikeli durum ise, olaydan sonrada düşmanlaştırmaların devam etmesidir. “Öldük yine suçlu biz olduk.” “Her yerde bizi düşmanlaştırıyorlar” duygusu yaygın. Bunun somut örneği, Konya’da maçta yaşananlar. Seyircilerin bir kısmı, şiddetin kınanmasını bile beceremiyor, hatta bu olayı yapanlara dolaylı destek çıkıyor. AKP; kimin, hangi grubun yaptığını söylemek dahi istemiyor.
Bu saldırganlığın arkasındaki yapılar ne, özneleri kim, bu olayları hazırlayan eğitsel, ideolojik süreçler neler, esas onlara bakmalıyız ve BİLİNÇ ile, akıl ile, bilim ile, aydınlanma ile olayın travmaya dönüşmesini engellemeliyiz.
Aydınlık yarınların tek güvencesi bilim ve eğitimden geçiyor. Bunun için tüm okulların, müfredatların, diyanet rejiminin, cami rejiminin tekrardan toptan gözden elden geçirilmesi ile başlamak gerekiyor. “Hangi İslâm, hangi din” diye sorulabilirse de sonuçta İmam Hatipler ve dini eğitim ideolojik meşruiyet kaynaklarından birini oluşturuyorlar. Cihat, Darül Harp gibi kavramlara Diyanetin “İslam Ansiklopedisi”nden bakmak yeterli.
IŞİD, birilerini ele geçirmiş bombaları patlatıyor. Konya’da seyircinin bir kısmının bilincini ele geçirmiş, insanlar bir diğerini kitlesel olarak “yok sayabiliyor”. Hükümetse canileri ele geçirmeyi, esas failleri ele geçirmeyi bir yana bırakmış, toplumun “bilincini ele geçirmeye” uğraşıyor.
Çözüm ise inadına özgürlük, demokrasi ve barış; inadına bilim, bilinç ve cesaretten geçiyor.
- Köy Enstitüsü farkı, şehre ve geleneğe uymazlığı: Hümanist, yararcı, bütüncül köy rehberi 19 Nisan 2024 04:47
- 31 Mart Yerel Seçimleri: AKP'nin dinci eğitimine karşı bilgi ve özgürleşme talebi 05 Nisan 2024 04:47
- İmtiyaz/kapitülasyon, rantiye veya mütaşerik otoriterlik: Peker, Ağar, Erdoğan, Altınok, Kurum, İmamoğlu… 29 Mart 2024 04:46
- Fütüvvet teşkilatı: Meslek lisesi değil dinci fedailik ocağı 22 Mart 2024 04:57
- AKP ve MEB mesleki eğitimin sırrını çözdü: Fütüvvetnameler ve baş ahilik dönemi 15 Mart 2024 04:43
- Patriyarka ve öğrenci açlığı sorunu: Niteliksiz okullar, meteliksiz veliler, kadınlar, çocuklar 08 Mart 2024 05:05
- Türkiye'de felaketlerin faktörlerinden öte aktörleri kimler? 01 Mart 2024 04:46
- Felaketler çağı ve Türkiye'nin felaketler dönemi 23 Şubat 2024 04:46
- Depremde Hatay’da ölüm sayısı ne kadar? Hatay’a, Adıyaman’a, Malatya’ya resmen ayrımcılık mı yapılıyor? 16 Şubat 2024 04:39
- Afetin, nemacılığın, timokrasinin ‘utp-usta öğreticilik’ hali: 890.920 09 Şubat 2024 04:53
- Deprem ve ülke yönetimi: Mütaşerik yönetimin ağır sonuçları 02 Şubat 2024 04:48
- "Karakter eğitimi" nedir: MEB, Bakan Tekin 1.3 milyon işçi çocuğu unuttu, "Çocukları bari tatilde çalıştırmayın" 26 Ocak 2024 04:45