23 Ekim 2015 01:00

Deyişle çiftetelli

Deyişle çiftetelli

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Okulun son gününde, gençlerin, çocukların çoğu mutlu, kimisi vedalaşırken hüzünlüdür. Beş kızkardeş bir araya toplanır. Hava güzel olduğu için yürümeye karar verirler. “Kızlı erkekli” bir grup deniz kenarına gelir ve oynamaya başlar. Okul üniformalarıyla suya girer, ıslak elbiseleriyle sahilde uzanır, birbirlerinin omzuna çıkarak deve güreşi yaparlar. Güneş çok güzel vurmaktadır, gençlerin keyfi pek yerindedir. Güle oynaya eve gelir, kapının önünde kahkahalarla yere yığılırlar. Derken büyükanne gelir, amca gelir, kızlar eve kilitlenir. Ana babaları ölmüş olan beş kızkardeşin bir an önce evlendirilmesine karar verilir. En büyüklerden başlanır.
Yer Kastamonu, film de Fransa’nın Oscar adayı Mustang. Bu iki bilgiyi de akılda tutmadan filmin bu açılış sahnesine dahi anlam vermek zor olabilir. Çünkü bir grup ergenin masumca cinselliği keşfettiği bir Fransız gençlik filmi gibi başlayıp, bizim buraların muhafazakarlığının modası geçmeyen uygulamalarından bir eve hapsetme hikayesi olarak devam eder. Film sadece Fransa’nın Oscar adayı seçilmekle kalmadı, Saraybosna Film Festivali’nde en iyi film ödülünü aldı. Türkiyeli izleyiciyle bugünden itibaren buluştuğunda, Avrupa’da gördüğü teveccühün aynını görecek mi, ortaya çıkar. Çocuk yaşta zorla evlendirilme ve aile baskısı gibi, özellikle kadınlar ve gençler için hayatı zorlaştıran bildik, “bizden” meseleler işlediği doğru. Kadınca bir dili olduğu da. Burası filmin başarılı yanı. Ama bunlara epey dışarıdan, bir yabancı şaşkınlığıyla baktığı ilk sahnesinden itibaren fazlasıyla ortada. (Kastamonu düğününde deyişle çiftetelli oynanana kadar da bekleyebilirsiniz.)
Beş kızkardeşi takip etmek başta kolay olmuyor, seyirci zaman geçtikçe kardeşleri birbirinden ayırmaya başlıyor. Evlendirilecekler, bunun için büyükanne ve komşular tarafından eğitilmeye başlıyorlar. Hamur açma, yemek yapma, çeşitli mutfak ve ev işlerini, bir teyze gösteriyor, kızlar da gösterileni yapmaya çalışıyor. Bu sahneler, bir televizyon programını andırıyor, kızlar da yarışmacılar. Sadece kadınların alınacağı bir maça gitmeye karar veriyor, bunun için evden kaçıp çeşitli maceralar yaşıyorlar. Ama evlendirilmekten kaçamıyorlar. Kızlardan birinin sevgilisi var, en azından onunla evleneyim diyor. Kardeşi, komşunun askerden gelen oğluyla. Üçü baş başa kalıyor. Biri araba kullanmayı öğreniyor. Bir başkası amcası yokken arabada tanımadığı çocuklarla sevişiyor. Ufaklardan biri amcanın düzenli olarak tacizine uğruyor. Giderek işler tahmin edileceği gibi giderek daha trajik bir hal alıyor.
Yönetmeni Deniz Gamze Ergüven’in ilk filminin senaryosuna Alice Winocour ile ortak imza atmışlar. Muhafazakar bir ailede baskı gören genç kadınlar anlatılmak istenmiş ve belli ki, akla gelen ne varsa, bekaret raporundan çocuk gelinliğe, intihardan evde tacize, çuvala doldurulmuş. Film, bütünüyle, kahramanlarının o taşra kentine uymayan özgür ruhları ile, ailenin ve kentin erkek egemen, baskıcı, tutucu kültürü arasındaki çatışma üzerine kurulu. Ama burada olmayan bir şeyler var. Yaşanmış bir olaydan esinlense dahi, mesela, orada büyümüş kızlar, Fransa’dan gelmiş gibi erkeklerle denizde güreşmelerinin bir ceza konusu olabileceğini akla getirmez mi? “Evlenme çağına” gelmiş kızlarını, en geleneksel şekilde “verecek” olan aile, bundan iki gün önceye kadar kıza mutfağın kapısını göstermemiş midir? Eve gelince cezalandırılan kız çocuğunu en uyduruk televizyon dizileri de pek seviyor, oysa daha eve gelmeden cezalandırılmaktan korkmayı gösterseydi de, ödülünü hak eden bir film izlemenin mutluluğunu duysaydık.
Bunlar yönetmenin tercihi sayılıp, üstü kapatılabilen konular, genellikle öyle olur. “Kimine gerçekçi gelmeyebilir. Ama zorla evlendirme diye bir şey yok mu? Var. İşte, bu da böylesi” deyip içinden çıkmak adetten. Ama bu sadece bir filmin her detayının gerçeğe uygun olması meselesi değil. Bütün hikayeyi şöyle bir çerçeveye oturtuyor yönetmen; iki yerde, biri Erdoğan’ın biri Arınç’ın ağzından kadına dair muhafazakar nutuklar duyuyoruz. Televizyondan sesleri geliyor ve evdeki genç kadınlar baskı altında tutulurken bunları uzun uzun dinliyoruz. (Bir yerde de dolaptaki #direngezi yazısı görünüyor.) Dolayısıyla filmde muhafazakarlık, toplumsal olarak AKP’nin sorumlu olduğu bir soruna benziyor. Dışarıda rahatça hareket edip, aklına korkuyu getirmeyip, eve gelince birden en despot otoriteyle karşılaşmak ile bunu birleştiriniz: AKP gelene kadar her gün genç kadınların deve güreşi oynadığı bir Kastamonu, AKP ile eve hapsedilen ve çocuk yaşta evlenmeye zorlanan gençler hayal etmeniz işten değil.
Ödülleri, yarışmaları hayırlı olsun, keşke bunlar filmleri yüzeysellikten kurtarsaydı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...