21 Ekim 2015 00:12

Sessizlik suçu

Sessizlik suçu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ruhumuz yaralı! “Müzik ruhun gıdasıdır” derler; ya gerçeklik?
“Tüm sanat yapıtları gerçek hayatın birer kopyasıdır. Ancak herhangi bir müzik yapıtı için realitenin kopyası olduğunu söylemek çok güçtür” diyor B. Grebene, Müzikle Tedavi adlı eserinde. Ya hayatlar gerçek kıvamında değilse?
Sağır mı yoksa suskun muyuz toplum  olarak? Malum, suskunluk öldürür! Oysa bu toplumun suskunluğu bile duyacak kadar kulakları kesik olduğunu bir kez daha anladık Konya Stadyumu’nda. Milli futbol maçı, saygı duruşu, ıslık, tekbir nidaları...
Yaşadığımız topraklarda “henüz ilan edilmemiş şeriat” bağlamında yaşamları sonlandırılan yüz güvercin için, Konya’da sporcuların saygı duruşuna ıslık ve tekbirle cevap verenleri anladık ama ya hiçbir yasal işlem başlatamayan devletin suskunluğuna ne demeli?
Bir başka dönemin AKP’li Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın 2012 yılında basına yansıyan  “Antalya’da şehit cenazesinde cenaze marşı çalan bandoyu ‘kesin, halk tekbir getirecek’ diye susturdu” cümlelerini hatırlıyor musunuz peki?
Evrensel düzeyde kabul görmüş Cenaze Marşı’nın bestecisi Chopin’in cenazesinde kendi bestesi cenaze marşının değil, Mozart’ın Requem’inin çalınmasını vasiyet ettiğini biliyoruz. Yine yitirdiğimiz birçok canın ardından yakınlarının ibadethane ve mezarlıklarda inançları doğrultusunda dua okuyup, tekbir getirdiğinin de tanığıyız. Yani cenazeleri uğurlarken tercihlere saygı duymak gerekir. Ama Konya’da ve Ertuğrul Günay’ın Antalyasında ki “tekbir” bir  başka, adeta tercih değil yarı resmi dizayn. Aynen içlerinde dindarların da olduğu Kürtlere karşı düzenlenmiş tekbirli linç girişimlerinde olduğu gibi. Buradan yola çıkarak barışçıl dindarlara seslenmek istiyorum. Dini dünya nimetlerinin gaspı ve siyasal iktidarlarının devamı için kullananlara karşı  tedbirli olun; bildiğiniz gibi kirle teyemmüm olmaz!
Ruhlarımız yaralı ve bir o kadar da bölünmüş. Kanevski’den esinle diyebiliriz ki, uzunca bir zamandır aynı yaşanmışlıklarda toplumun farklı kesimleri olarak aynı noktalama işaretlerini kullanmıyoruz dışavurumlarımızda. Ne acı ki ülkede ruhlarımız ve vicdanlarımız üçe bölündü. Toplumun bir kesimi bu yaşanmışlıkları hiç noktalama işareti kullanmadan geçiştiriyor. Bu üçüncü gruba kısaca suskun ve / veya sağırların karmaşık birlikteliği de diyebiliriz.
Ama umudu diri tutmak gerekiyor. Umut ise emeksiz olmaz. Belki de içimizdeki sağırları suskunlar arasından çekip çıkarmakla başlamalı işe. Suskunluk bir tercih, sağırlık ise gerçeklik. Sağır üretkendir, yeter ki hissedebilsin. Misal, Beethoven’ın en güzel eserlerini kulaklarının duymaz olduğu yaşamanın son 10 yılında verdiğini her daim hatırlamak gerekiyor.  Bir önceki Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç hafta içinde benzer içerikli bir konuşma yapmıştı. “Sessiz kalmak utancını yaşamamak için bir kez daha sesleniyorum” demiş ve sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Hukuk devleti; insanlık onurunun özü olan temel hak ve özgürlükleri üstün hukuk kuralları ile koruyup kuşatan, aynı zamanda sınırlarını aşan devlete haddini bildiren ve ona baş eğdiren güç diye de tanımlanabilir.”
Evet, devletler barışa kast ediyorsa aynen anayasa hukukçusunun da dediği üzere, “devlete haddini bildirmek gerekiyor.” Misal geçmişte Vietnam’da işlermiş savaş suçlarına karşı kurulan Russel Mahkemesi gibi. İşte o mahkemenin açılış konuşmasında B. Russel muhtemelen Haşim Kılıç’ın da esinlendiği şu cümleyi söylemişti: “Bu mahkemenin sessizlik suçuna mani olmasını” ve “En acımasızca ve utanmazca faaliyetlerin birikmiş kanıtlarını gün ışığına çıkarmasını” dilerim.
Evet, umutsuz olmamak gerekiyor. Yapabileceklerimiz yapabildiklerinizden çok daha fazlası. Misal, 1 Kasım seçimleri! Toplumun tercihinin ruhlarımızdaki bölünmüşlüğü onarması dileği ile sağlıcakla kalın ve müziğin uzağına düşmeyin.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...