23 Eylül 2015 00:56

Cizre, öz yönetim ve müzakere

Cizre, öz yönetim ve müzakere

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde, devlet eksenli habercilik yapan basın organlarının bazılarının “Murat Karayılan’dan YDG-H itirafı” başlığı ve “PKK’nın üst düzey yöneticisi Murat Karayılan, YDG-H’nin illegal mücadele ettiğini söyledi” ifadesi ile sunduğu açıklamalar, bu polisiye dilin sınırları dışından bakarak ele alınması gereken siyasal bir önem taşıyor.

Cizre’ye hem bir gazeteci grubuyla 25 Ağustos günü gittiğimde, hem de Türkiye Barış Meclisi heyetiyle 18 Eylül günü gittiğimde duvar yazıları arasında YDG-H’nin ciddi bir yer tuttuğunu fark etmiştim. Benzerlerini ‘öz yönetim’ ilanı ve ‘öz savunma’ pratiğinin sergilendiği başka yerlerde de gördüm.

PKK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan’ın, atıf yaptığım röportajının ilgili bölümünden bu köşe kapsamı içinde yer verebileceğim kadarını aktararak, tartışmaya devam etmek istiyorum: “YDG-H, yasal-demokratik zeminde kurulmuş olan bir gençlik örgütlenmesidir. Mücadelemizin yörüngesinde oluşan bir gençlik hareketidir. Ama her üyesi için ‘bir PKK’lidir’ ya da YDG-H için ‘PKK’yle aynıdır’ demek yanlış olur. YDG-H, yasaliteye dayanan geniş ve kitlesel bir yapıydı ama devlet onları illegalize etti. Çok üzerlerine gitti. Üyelerini yakaladığında örgüt üyeliğinden yargıladı; ceza vermeye başladı. Sokaklarda üyelerini infaz etti. Bunun üzerine gençlik de çeşitli biçimlerde kendini savunma, yarı biçimde silahlanma yöntemlerine başvurdu. (...)

Bu yapı, özellikle Kobanê direnişi sürecinde gelişen 6-7-8 Ekim olaylarında önemli bir rol oynadı. (...) Bu olaylardan sonra üç ay boyunca Cizre’de, Nusaybin’de, Bağlar’da, Suriçi’de, Silopi’de bu gençlik mahalleleri tuttu, hendekler kazdı ve buralara polisin girmesini engelledi. Polis saldırıları karşısında kendisini savunma yöntemi olarak bunu buldu. Hatırlarsanız, o zaman İmralı Heyeti araya girdi, onlarla görüştü; biz de çok uğraştık ve zor bela o hendekleri kapatmaya ikna ettik. Bundan sonra durum normalleşti.

Fakat 24 Temmuz’da Erdoğan’ın kararı temelinde hareketimize karşı ilan edilen savaşta uçakların bizim temel üs alanlarımızı vurmaya başladığı saatlerde Türkiye ve Kürdistan’ın bir çok şehrinde gençliğe karşı da eş zamanlı bir operasyon başlatıldı. (...) Gençlik de buna karşı yeniden kendini savunma ve bazı yerlerde mahallelere polisi bırakmama yöntemine yöneldi. Ardından ise şehir meclislerinin kararlarıyla öz yönetimlerin ilan edilmesi gündeme geldi. Kısaca böyle bir süreç var. Sen bir kediyi kovalarsan kaçar gider ama köşeye sıkıştığında, son noktada geriye dönerek seni tırmalar. YDG-H’nin durumu da budur. Yani AKP devleti ile polisi bıktırırcasına bir yönelim içerisine girdi ve şiddeti sürdürdü. Bunun karşısında ise silahlı bir yapı şekillendi.” (ANF, 17 Eylül 2015)

PKK GİBİ YDG-H DE BİR SONUÇ

Yani aslında nasıl ki, PKK bir sonuç ise, Karayılan’ın da dile getirdiği gibi bu YDG-H açısından da bir gerçektir. Kürt sorunu siyasi bir konudur ve Türkiye’de bu gerçekten uzaklaşılarak ‘terör’ sorunu olarak tartışılmaya başlandığı sürece çözüm fikrinden uzaklaşıp, ölümün soğuk gerçekliği ile yüz yüze kalınıyor.

Bilindiği gibi PKK daha önce 8 kez tek taraflı ateşkes ilan etti ve Öcalan’ın 2013’te Diyarbakır Newrozu’nda okunan mesajı, toplumun geniş kesimlerinde bu sorunun artık yeni ölümlere neden olmadan çözülebileceği umudunu yaratmıştı. Son dönemdeki asker cenazelerinde devlet yetkililerine gösterilen tepki de aslında o umudun başka bir ifadesidir.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Dolmabahçe sürecini yok sayması ve 7 Haziran seçimlerinden sonra da içeride ve dışarıda Kürt hareketini temel olarak hedefe koyan operasyon sürecinin başlatılması, Kürt hareketinin ‘demokratik özerklik’ hedefini, yer yer Rojava’ya da atıfla fiili bir ‘öz yönetim’ uygulamasına evirmesini gündeme getirdi. Devletin ‘öz yönetimin başını küçükken ezme’ anlayışına dayalı bastırma politikası ve bu süreçte gelişen ölümlerle birlikte ‘öz yönetim’ uygulaması, Karayılan’ın ifadelerine de yansıyan silahın da devreye girdiği bir ‘öz savunma’ süreciyle desteklendi.

CİZRE’NİN GÖSTERDİĞİ GERÇEK

Cizre’ye son gidişimizde de, sokağa çıkma yasağı kaldırılmış olsa da, keskin nişancıların, özel harekatın yeniden devreye girebileceğini endişesi vardı ve bunun karşısında bir direniş hazırlığının havasını hissetmek YDG-H açısından mümkündü.
18 Eylül günü biz Cizre’de iken Diyarbakır’da ‘Hep birlikte öz yönetime’ sloganı ile yapılan ve 2 gün süren DBP Yerel Yönetimler buluşması Sümerpark’ta başlamıştı. Bir gün sonra, bu tartışmalardan sonra oluşmuş sonuç bildirgesini okuyan Ahmet Türk, “Kürt meselesi yüzde 90 yerel yönetimler sorunudur” dedi, öz yönetimin meşru bir talep olduğunu dile getirdi ve öz yönetimin devleti reddetmediğini vurguladı.

Bu arada ‘öz yönetim’ ilanlarında Rojava örneğine yapılan atıflar açısından da, şu gerçeğe dikkat çekmek gerekiyor. Bu karşılaştırmanın felsefi açıdan bir anlamı ve değeri vardır. Ancak birebir pratikler açıdan, Suriye ve Türkiye gerçekliği farklılıklar göstermektedir. Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde bir ‘3. yol’ olarak da ifade edilen kantonlara dayalı kendi kendini yönetme pratiği, Suriye’de rejimin, dışarıdan destekli cihatist örgütler ile boğuşurken, Kürtlerle de yeni bir cephe açmayı göze almama gerçekliğiyle, PYD’nin başkasının savaşının bir parçası olmayı reddederek kendi bölgesini yönetmeye odaklanması siyasetinin kesiştiği noktada hayat bulmuştur. Türkiye’de ise böyle bir gerçeklik söz konusu değil.

TÜRK’ÜN AÇIKLAMASI ÖZ YÖNETİM VE MÜZAKERE

Yeniden Ahmet Türk’ün açıklamasına dönersek, toplam olarak bakıldığında Ahmet Türk, ‘öz yönetimi’ müzakere edilebilir bir yöntem olarak ifade ediyor. Bu, öz yönetimin fiili ilanı sürecinde yaşananlar karşısında da soluk aldırabilecek bir eşik sunuyor. Türk, bu önerisini tamamlamak üzere, Öcalan’ın özgür bir şekilde çözüm sürecinde muhatap alınması talebini gündeme getiriyor.

Bu aslında çift yönlü olarak imkan sunan bir açıklamadır.

Öz yönetimin  fiili ilanı sürecinde yaşanan ölümler, tutuklamalar ve bu sürecin şu an itibariyle çok büyük ölçüde Cizre örneğindeki gibi harekete yüzde 90’ın üzerinde bağlılık gösteren, Kürt yoksullarından oluşan bir toplumsal tabana sahip yerlerle sınırlı kaldığı, orta sınıfların yoğun olduğu kent merkezlerinde felsefe olarak sıcak yaklaşılsa da pratikleştirilmesinde aynı tutumun gösterilmediği gerçeği söz konusu.

Diğer taraftan devlet açısından da, bir asırdır uyguladığı ve son dönemde Cizre’de ve başka bazı yerlerde devre soktuğu fütursuz baskı yönetiminin, kendi karşısında kentlerde yarı legal silahlı direnişi gündeme getirdiği biliniyor.

Ve Türkiye 1 Kasım seçimlerine böyle bir tablo ile gidiyor. Cizre’de 3 mahallede sandık kurulmayacağının açıklanması, Bitlis Valiliğinin, sandıkların taşınması için YSK’ye başvurması iktidarın bu süreci böylesi bir gerilimle götürmek istediğini ve bundan siyasal olarak medet umduğunu gösteriyor.

Ancak, Kürt sorununun bir ‘terör’ sorunu olarak ele alma mantığının sonucu olarak on binlerce can kaybının yaşandığı tarihimiz de şahittir ki bu yol, yol değildir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...