İnsanlık trajedisi, barış mücadelesi
Fotoğraf: Envato
Bir savaş atığı muamelesi yaptıkları yoksul mültecileri sınırlarından içeri almak istemeyen ülkeler, şimdiye dek, sayısız insanın Akdeniz’de boğulup ölmesinin sorumluluğundan yakalarını kolaylıkla sıyırmışlardı. Ama artık öyle değil. Bu insan trafiğinin trajedisinin görünür olması için cansız çocuk bedenlerinin karaya vurması gerekiyordu demek ki. Aylan Kurdi’nin fotoğrafı medyaya düştüğünde bu ülkeler göç konusunda ilk kez kendi halklarıyla karşı karşıya geldiler. Sınırlar kısa bir süreliğine açıldı; o sırada orada olan kafileler, onlara hoş geldin demek için sınıra koşan halkın ilgisine ve desteğine mazhar olarak Avrupa ülkelerine akın etti. Sonra sınır kapıları tekrar yüzlerine kapandı.
Bir sonraki kafiledeki, Macar kameramanın çelme taktığı Suriyeli antrenöre gösterilen popüler ilgi ise ancak kendisini kurtarabildi. Antrenör şimdi İspanya’ya yerleşiyor. Ya ötekiler? Macaristan ve Çek Cumhuriyeti sınırlarında dövülen, gaza boğulan, itilip kakılan on binler? Onlar binlerce kilometreyi yürüyerek katetmeye, sınırda dayak yemeye, teker teker avlanıp otobüslerle geri gönderilmeye devam ediliyorlar.
Kendilerine otobüs bileti satılması yasaklandığı için İstanbul Otogarında günlerce bekledikten sonra Edirne’ye doğru yürümeye başlayan, yorulup TEM kenarında uyumaya çalışan mültecilerin durumu içler acısı bir manzara yaratıyor.
Gidemiyor yoksullar. Ortadoğu’da bir ateş çemberine alınan ülkelerinden, başka bir ateşin içine düştükleri Türkiye’den kaçamıyor. Onların bu duruma düşmesinden, bu savaşın başlamasından sorumlu olan devletler, Şengalli Êzidîler kavurucu sıcakta aç susuz yollara düştüklerinde, peşlerindeki IŞİD’in avladığı kadınlar esir pazarlarında cariye olarak satıldıklarında olan bitene göz yummuşlardı. Sayelerinde önlerine, bir süre sonra, bir kez daha “Biz mülteci sanıyorduk, insan çıktılar” diye nedamet getirecekleri, nur topu gibi bir sorun düştü. Hem de kendi sınırlarında, evlerinin içinde. Bölgedeki hegemonyanın yeniden tesisi sürecinde, kıymetsiz bir zayiat telakki edilerek kayda düşülmeyen nüfus hareketi şimdi hakkı olanı istiyor. Başta Türkiye’den.
Ağustos ayında, Marmara Göç İzleme Platformu ile Göç Platformu bileşenleri güvenli bölgelerle ilgili bir araştırma yaptılar ve bu araştırmayı raporlaştırdılar. Bu raporda yer alan sonuçlara göre 2015’in mart ayından günümüze kadar birçok ilde çok sayıda güvenli bölgeler oluşturuldu. Yerel yöneticilere ve muhtarlara yapılan tebligatlarla, güvenli bölge ilan edilen alanlardaki nüfusun bir an önce bölgeyi terk etmeleri istendi. Bu bölgelerin arasında, 90’lı yıllarda boşaltılıp ateşkes döneminde geri dönüşlerin başladığı yerler de var.
Birçok ilde ilan edilen güvenli bölge uygulaması, şimdiden hayvancılık, arıcılık, yaylacılık gibi yeniden başlayan üretim faaliyetlerinin sekteye uğramasıyla sonuçlanmış. Bir kısım köylü ve yaylacı bu alanları boşaltmış. Önemli bir kısmı ise gidecek bir yerinin olmadığını söyleyerek başına gelecek olanı bekliyor.
Yani içeride de sessizce yeni bir göçün pimi çekildi. 90’lı yıllardaki zorunlu göç hareketine binlerce insanın daha katılması bekleniyor.
Avrupa kapılarına gelen ve içeride büyük kentlere yola çıkan insan yığınları, savaşı çoktan bölgesel bir durum olmaktan çıkardı. Yoldan geçerken gördüğü mülteci aileyi Edirne’ye kadar götürmek üzere arabasına alan, Münih’te mültecileri garda yiyecek-içecekle ve hoş geldiniz selamlarıyla karşılayan, Edirne’de evinde ağırlayan vicdanlı insanların fark ettiği bir şey bu.
Ortadoğu’da ve Türkiye’nin içinde süren savaş hali, sonuçları itibarıyla artık uluslararası bir sorun haline geldi, buna karşı mücadele ise halklar arası bir barış mücadelesinin konusu.
Avrupalı emekçilerin barış mücadelesine ilişkin öteden beri zengin bir deneyimi var. Türkiye halklarının da öyle. Bu deneyimler Suriyeli mülteci akınının işaret ettiği realite sayesinde bir kez daha bir kesişme noktasında buluştu. 2003’te, Irak işgaline hayır, diyen milyonların birliğinden başka bu dünyayı doğru eksene oturtacak bir güç yok.
Barış halklar arası bir mücadelenin konusu olmak üzere en yakıcı talep olarak dünya emekçilerinin, ezilenlerinin önünde şimdi. Çünkü Suriyeli mülteciyi üreten savaş makinesi, onların yoksulluğunun da nedeni. O halde mülteciye gösterilen vicdani ilginin barış politikasıyla buluşmasının da zamanı.
- Hatay’da geliyorum diyen deprem! 22 Mart 2024 04:58
- Yoksullaştır ve yardıma muhtaç et! 17 Mart 2024 05:07
- Ama şu ama bu… 15 Mart 2024 04:46
- Ölümle yaşam tertibi arasında kadın 08 Mart 2024 05:10
- Kalkınma planları ve programlarında kadın: Bir beşeri sermaye 03 Mart 2024 05:20
- TOKİ’zedeler ve istismar 01 Mart 2024 04:58
- Şeriat mı? 23 Şubat 2024 05:08
- Altında kan, aslında yağma var 16 Şubat 2024 05:10
- Halk bu işin neresinde? 10 Şubat 2024 04:51
- Türk Solu mu? 03 Şubat 2024 04:56
- Ufukta savaş var 27 Ocak 2024 04:48
- MESEM, çocuk öğüten makine 20 Ocak 2024 04:55