09 Eylül 2015 01:00

Kontrollü gerilimin Türkiye hali

Kontrollü gerilimin Türkiye hali

Fotoğraf: Envato

Paylaş

7 Haziran seçimlerinden sonra yeniden düğmesine basılan çatışma süreciyle birlikte artan ölümler karşısında gazete yapmanın da ayrı bir güçlüğü var. Özellikle bizim gibi az sayıda gazete için. İnsan kanı üzerinden şehit edebiyatıyla milliyetçiliği kışkırtarak, onun üzerine de tiraj inşa edenler için elbette durum böyle değil. Hiç de olmadı zaten.
Son dönemlerde Evrensel’in sabah toplantılarında gündemi konuşurken, çatışma, ölüm ve saldırı haberleri karşısında, bir şiddet bültenine dönüşmemek için, tüm bunların arasında barış için ne yapabileceğimizi tartışıyoruz ve kendimize soruyoruz: Acaba bugün manşeti nasıl kursak da, ‘kardeşlik’, ‘barış’ ve ‘çözüm’ ihtiyacını da öne çıkarsak?
Dün gece bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda dört bir taraftan yağan HDP binalarına saldırı haberleri karşısında irkilmemek elde değildi. Bu haberlerin arasında Med Nûçe Televizyonundan Erdal Er’in paylaştığı tweet dikkatimi çekti: “Ankara’da Erdoğan güvenlik zirvesi yaptığı saatlerde Kandil bombalandı, 120’nin üzerinde HDP il ve ilçe teşkilatı saldırıya uğradı.”
Biri de yine Twitter’da şu tarihi karşılaştırmayı yapıyordu: “HDP binalarına yönelik barbar saldırılar 6-7 Eylül olaylarını anımsatıyor. Barbarlık hâlâ aynı barbarlık! 1955-2015...”
Bir başkası da, yaşadığımız sürecin ‘kontrollü gerilim’ diye tarif edilmesine nazire olarak şöyle yazmıştı: “Kontrollü kaos tam da bu: Gündüz işlerine gidiyorlar, gece gazete basıyor, Kürt öldürüyorlar. Ama işler raydan bir gündüz vakti çıkar...”
Genç bir Twitter kullanıcısı ise, tüm olup bitenlerin kendi penceresinden nasıl gözüktüğünü şu sözlerle ifade etmiş: “Cizre sokaklarında öldürülen çocuklar, bir hiç uğruna ölen askerler,  evleri yakılan mevsimlik işçiler ve dahası hepsi #400vekiluğruna, yazık.”
Bu tabloya cuma gününden itibaren sokağa çıkma yasağının olduğu Cizre’de güvenlik güçlerinin açtığı ateşle canından olan 10 yaşındaki Cemile Cizir Çağırga’nın cesedinin ailesi tarafından buzdolabında bekletildiği haberi de eklendi.
Ankara Beypazarı’da Kürt tarım işçilerinin ırkçı saldırının hedefi olması, İstanbul’da otobüs beklerken, cep telefonuyla Kürtçe konuşan 21 yaşındaki Sedat Akbaş’ın 6 kişi tarafından bıçaklanarak öldürülmesi... Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 16 askerin yaşamını yitirdiği PKK’nin Dağlıca saldırısının ardından atv-A Haber ortak yayınında Melih Altınok’un sorusu üzerine, yine 400 vekile vurgu yapması ve bunu haber yapan Hürriyet gazetesinin merkez binasının, AKP İstanbul Milletvekili ve Partinin Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın’ın başında bulunduğu bir grubun saldırısına uğraması. Bu yazı yazıldıktan sonra haberi gelen Iğdır’da 14 polisin bombalı saldırı sonucu can vermesi...
Bu olup bitenin nasıl bir zeminde gerçekleştiği büyük önem taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç gün önce, CNN International’a verdiği röportajda, “Türkiye için 1 numaralı tehdit PKK’dır. IŞİD bize dışarıdan gelen bir tehdit ve bizim için 2. sıradadır” sözlerini, 400 vekil vurgusu ile birlikte ele almak, tüm bu olup bitenlerin üzerinde gerçekleştikleri zemini önemli ölçüde açıklıyor.
Erdoğan, AKP Hükümeti ve genel olarak devlet, PKK ile PYD, Türkiye’nin hemen sınırın öte tarafında IŞİD’e karşı mücadele nedeniyle batının güçlü devletleri ve kamuoyları nezdinde ciddi bir destek bulurken, Türkiye’nin IŞİD’e destek veren bir ülke olarak ciddi eleştirilerin hedefi olması gerçeğini değiştirmek için ABD’nin IŞİD’e karşı açtığı cephenin içine dahil oldu. Burada temel amaç PKK’nin geriletilmesi ve Türkiye’nin bölgede yeniden rol sahibi bir konuma çekilmesiydi.
AKP iktidarı bu zemini IŞİD ile mücadele bahanesiyle, Kandil’i bombalayarak ve içeride de 7 Haziran’da çıkan tabloyu değiştirebilmek amacıyla HDP’yi yıpratma hamleleriyle kullanmaya yöneldi. Bu süreç işletilirken, Cizre, Silopi, Yüksekova, Silvan gibi HDP’nin ve genel olarak Kürt siyasi hareketinin çok ciddi destek gördüğü yerlerde, insanların keskin nişancılar tarafından adeta avlanırcasına öldürüldüğü bir plan devreye sokuldu.
Bu süreç, yeni bir ateşkes ve ‘müzakere’ döneminden önce devletin PKK’ye karşı el yükseltmek için uyguladığı bir ‘kontrollü gerilim süreci’ olarak da adlandırılıyor. 6-7 Eylül gibi ‘derin devlet’ organizasyonlarını yönetmiş bir devletin ‘kontrollü gerilimi’ de böyle oluyor.
Tüm bu tablo, bu topraklarda barışı inşa edemediğimiz sürece, fantastik ‘analizleriyle’ dikkat çekmeye çalışan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Burhan Kuzu’nun bile aklının alamayacağı bir kaosta boğulduğumuz Türkiye demektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...