03 Eylül 2015 01:00

Güç birliğinin artan önemi

Güç birliğinin artan önemi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ahmet Hakan ile yaptığı röportajında HDP Milletvekili Altan Tan, başka şeylerin yanı sıra “Elimizdekilerin tamamı çok ciddi risk altında” diyerek, Recep T. Erdoğan iktidarının izlediği politikalar ile Kürt mücadelesi başta olmak üzere halk kitlelerinin talep ve çıkarları arasındaki ilişkinin gidişatına dair bir yönüne işaret etti. Tan, “Bir numaralı sorumlu Erdoğan’dır... Bugün devlet, polis, asker, siyaset... Hepsi bir kişinin uhdesinde toplanmış. Ayrıca Erdoğan, sorunları çözmek yerine, çatışma, bölme ve kamplaştırmayla iktidarını sürdürmek istiyor” diye devamla, Tayyip Erdoğan’ın dayattığı politikaların tehlikeyi büyüten işlevine de dikkat çekiyordu.
Yıllardır dayatılan sistematik saldırıların giderek yoğunlaştırılmasına göz kapamayan herkes aşağı yukarı bu türden konuşmalar yapıyor, yazarlar da benzer temalı makaleler yazıyorlar. MHP-BBP, Vatan Partisi türünden ırkçı-bağnaz şovenist parti ve kesimler hariç olmak üzere muhalif parti ve politikacılar, zorbanın zalimliğine vurguyla Erdoğan iktidarının ülkeyi uçuruma sürüklemesine dikkat çekiyorlar. İşçi ve emekçilerin önemli bir kesimi de, dolaysız olarak hedef oldukları saldırı ve baskıları söz konusu ederek AKP hükümetlerinin yürütmesindeki devletin sermaye çıkarlarına hizmetine dikkat çekiyor ve “nasıl da insafsızca sömürüldüklerini” anlatmaya çalışıyorlar. Buna, Erdoğan yönetiminde ve devlet olanakları desteğinde palazlanmış sermaye kesimleri dışında kalan büyük burjuvazinin kimi itirazlarıyla günden güne durumları kötüleşen küçük ve alt orta burjuva kesimlerin öfkesi ekleniyor.
7 Haziran 2015 seçim sonuçlarında tüm bunların rol oynadığı biliniyor. Şimdi, Erdoğan, “1 Kasım 7 Haziran gibi olmayacak!” diyor. Eklediği bir şey daha var: “İnanıyorum ki silahlı kuvvetlerimiz ve güvenlik güçlerimiz buna izin vermeyecektir.”
Bitti, denecek noktadır!  Silahlı kuvvetlerin ve “güvenlik güçleri” adlandırmasıyla halka şirin gösterilmek istenen iktidarın özel ve “kamusal” silahlı polis birliklerinin Kürt kentlerinde yürüttükleri yıkım ve “yok etme!“ operasyonlarıyla ‘Ülkenin Batısı’nda, ağızlarından “Barış!” sözcüğü çıkan herkesi düşman kampına yazarak “terorist” ilan eden ve gaddarca bastıran politika, herkesin bildiği üzere Erdoğan’ın, olağanüstü merkezileştirilmiş tekelci-oligarşik yönetiminde yürütülüyor. Yani “inanması”nın hem maddi temeli var, hem de güç ve araçları; güvenceli ve güvenle konuşmasının nedeni de bu.
Bu kısa değiniden hareketle iki önemli sonuca işaret edilebilir: ilki, Erdoğan yönetimindeki AKP iktidarının, öncesinde hükümet olmuş parti ve yönetimlerden farklı, ve yönetimden gitmemek için yasal-yasal olmayan, meşru-gayrı meşru, silahlı-silahsız her yönteme baş vurmaktan kaçınmayan özelliğinin -bu köşede buna yıllardır işaret ediliyor- bir kez daha ve açık göstergeleriyle ortaya çıkmasıdır. Tekil değil, ama önemli bir gösterge olarak yapılmış seçimlerin Erdoğan tarafından, “yapılmamış” duruma düşürülmesi, parlamentonun “buz dolabına konduğu”nun ilan edilmesi; buna rağmen “parlamenter demokratik sistem” propagandasının sürdürülmesidir. İkinci önemli sonuç, sömürülüp ezilenlerin-durumun farkında olanlarla sınırlı kalmayacak ve en gerici partilerin yalan ve çarpıtmalar üzerinden olduğu kadar, basit çıkarlarına da seslenerek yedekledikleri kesimlerini de kazanabilecek bir “güç ve eylem birliği”ne ihtiyacın oldukça büyümüş olmasıdır.
Burjuva demokrasisini tüm öteki devlet biçimleri ve yönetim sistemlerinden “üstün” görenlerin en önemli gerekçesi bilindiği üzere, seçimlerle oluşturulan parlamentonun varlığıdır. Seçimler ise, “özgürlükçü demokrasilerin olmazsa olmaz unsuru” olarak propaganda edilir. Bir seçim yapıldı ve Erdoğan yönetimi tarafından geçersiz kılındı. Şimdi, eğer yapılabilirse, bir yenisi gündemdedir. “Eğer yapılabilirse” diye koşulludur. Ülkeyi yönetenlerin savaş politikalarındaki ısrarı ve “Başlarını ezeceğiz, bir terörist kalmayana kadar mücadeleyi sürdüreceğiz” tehdidinin, “Savaş halindeyiz, seçim yapılacak koşullar yoktur” noktasına varması, şaşırtıcı olmaz. Ama eğer yapılırsa, bu seçimlerin “güvenli, adil ve demokratik” olmayacağı kesindir. Neden sadece seçim barajı, devlet olanakları ve gücünün AKP ve Erdoğan için seferber edilmesi değildir. Kürt kentleri ve kırı ateş altındadır ve alevlerin Batı kent ve kırında da yangına yol açmakta olduğu açık-seçiktir. Kenan Evren, ona evet demeyecek olanların “vatan haini olacakları”nı vaaz etmişti. Şimdi aynı ses “Ya AKP ya da ölümden ölüm beğenin!” diye bağırmaktadır. Bu koşullardaki bir seçimin “adil ve demokratik olacağı”nı ancak Erdoğan kuklaları iddia edebilir.
Buna rağmen yapılacaklar vardır: Yapılabilirse bir seçim ittifakı da dahil olmak üzere, işçi sınıfı ve kent-kır yoksulları başta olmak üzere sömürülen ve ezilenlerinlerin en geniş kesimlerinin, sermayenin en gaddar ve saldırgan temsilcisi olan bugünkü burjuva iktidarına karşı birliğini sağlamak asıl görev ve sorumluluğu oluşturuyor. “AKP ile seçim hükümetinde yer alınır mı, alınmaz mı?” sorusu ve bunun etrafındaki tartışma önemsiz olmamakla birlikte, bunun, halkın mücadele birliğini sağlamak ve bunu yükseltmek için yapılması gerekenlerin önüne geçmesine ve hatta onu örtecek şekilde esas alınmasına meydan vermemek gerekir. Adı “savaş hükümeti”ne çıkmış ve böyle adlandırılması için bin tür kanıt ve gerekçenin olduğu bir hükümetin yanında ve burjuva parlamenter mücadelenin önemini yadsımamak adına yer almak ile, günümüz koşullarında ve farklı iki partinin ittifakıyla oluşmuş bir “parlemento grubu üyeliği”nin sorumluluk ve gerekleri arasındaki ilişki, açıktır ki tartışma götürür bir konudur. Bu tartışmanın, “itici olmaksızın sürdürülmesi” de mümkündür. Bundandır ki, bu tartışma “güç ve eylem birliği” çalışmasının önüne geçmemeli; burjuva tiranlığına ve iktidarın zorba politikalarına karşı mücadelenin gereklerini yerine getirme çabalarını güçten düşürmemelidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa