Yalancılar da insan sonuçta, onlara da yazık!
Fotoğraf: Envato
İki gün önceki Silopi manzaraları “90’lara geri mi dönüyoruz” sorusuna bir ölçüde yanıt olmuştur herhalde. “Çok şükür ki Müslümanız” diye söze başlayıp “devletin bekâsı için her şey mübah” repliğiyle iktidara bağlanmış din ve siyaset tüccarları rahat olabilirler; o fotoğraflar Gazze’den değil Silopi’den!.. Şırnak, Cizre, Nusaybin ve Lice’den 20 küsur yıl sonra Silopi’de tazelenmiş bir ‘özel harekât’ hafızası, nereye dönüldüğünün de somut kanıtı gibi...
“Mümkün değil, arada barış masasına oturmuş bir iktidar o günlere geri dönmez” diyen AKP’nin ‘karartma’ memurlarının derdi bu yaşananlar değil. Onlar, savaş açmış bir hükümetin sorumluluğunu ‘tenzih’ etme çabasındalar ve “barış masasının” aslında Kürtler tarafından devrildiğini kanıtlama derdindeler. Suruç sonrası Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesiyle ‘masa’ devrilmiş! Çocuklara masal anlatıyorlar ama karşılarında çocuk yok!
Hep söylüyoruz ve hep söyleyelim ki, yalan mekanizması üzerinden kurulmuş kirli bir strateji bu. Dolmabahçe mutabakatı sonrası, “ne mutabakatı, ne masası, ne izleme kurulu, MİT’ zaten izlemiyor mu?, Dolmabahçe fotoğrafı yanlış olmuştur...” diyen ve sonrasında da “Kürt sorunu yoktur”la noktayı koyan kimdiyse, bugünkü savaşı başlatan da odur! Yalçın Akdoğan’ın, “Seni Başkan yaptırmayacağız diyerek Cumhurbaşkanımızı tahrik ettiler... Oyu siz alıyorsunuz, çözümü bizden bekliyorsunuz...” sözleri sürecin açık bir özetidir aslında. Meali açıktır; oy alamadık, Başkan olamadık, çözüm beklemeyin bizden, nokta!
Efendim geri çekilmediler, silah bırakmadılar! Geçelim bu sayıklamaları; zaten müzakere konusuydu bu denilenler ve Dolmabahçe’de tam da müzakere aşamasına geçilirken, “masa mülga” dedi ulu Reis! Çünkü o ‘masa’ denilen, başından itibaren Kürtleri ‘Başkanlık’ işine razı etmeyi de amaçlıyordu. Neden yasal bağlayıcılığı olmadı İmralı görüşmelerinin? Hükümet, neden ‘yasal’ bir ‘çözüm süreci’nden özellikle kaçtı? Öncelikle, sorunu belli dayatmalar karşısında ‘rehin’ almanın bir yöntemiydi bu. Görüldü ki, dayatmalardan biri Başkanlık beklentisiydi. Yasallıktan uzak, ‘İstihbarat’a emanet bir ‘süreç’ bağlayıcı bir yükümlülük de doğurmadı ve beklentiler yanıt bulmayınca da “şimdilik buraya kadar” denildi!
Ve şimdi yine “silah bırakmadan asla” ezberine dönüldü. Emin misiniz? Son sözünüz mü? Savaşla silah bıraktıracağınıza gerçekten inanıyor musunuz? PKK silah bırakmadığı sürece o masaya asla oturmayacak mısınız?.. Bu sözlerinizi yazıyoruz bir kenara öyleyse. Şu savaş-seçim ilişkisine bağlanmış kirli stratejiniz duvara tosladığında “aman bi’şeyler yap” diye nasıl koşacaksınız İmralı’ya, hep birlikte göreceğiz. Ve bugünkü sözlerinizi hatırlatacağız size; bu arada yaşamını yitiren insanlarımızın vebalini de yüklenmiş kahrolası iktidar heveslerinizle daha bir “hayırla” anılır olacaksınız!
Bu bir temenni de değil sadece; görüyoruz işte, ‘terörle topyekün mücadele’ diye tarif edilen konsept, toplumsal karşılık açısından eski ‘seansları’ kadar inandırıcı, ikna edici, rıza üretici olamıyor. Gerçekten de bir ‘topyekünlük’ hissedilirdi eskiden. Şimdi ‘şehit cenazeleri’ de dahil, görece daha çok itiraz var. Sokaklara pek yansımasa da bu savaşın AKP’nin, hatta Erdoğan’ın ‘tek başına iktidar’ savaşı olduğuna dair ‘hissiyat’, görünenden daha güçlüdür.
Kürtlere savaş dayatmak Türklerin kahır ekseriyetle savaştan yana olduğu ön kabulünü içeriyor ve savaş ekibi bu önkabule yaslanıyor. Kökten MHP’liler – Kökten Erdoğanistler gibi her daim kılıç ve palası elde sefer isterükçüler Batı’nın ve Türklerin ortalaması sayılabilir mi peki? “Terörle mücadele” adına kıskaca aldıklarını zannettikleri ‘Türk milleti’, bu cebi listeli geri zekalılar tarafından mı temsil ediliyor? Tam da yanıldıkları bir diğer noktadır bu; Türklerin çoğunluğunun savaş istediğini, bu savaşı meşru, gerekli, zorunlu gördüğünü zannetmek karavana ateş etmektir. Göreceğiz, görecekler...
Halkın istendiği zaman güdülen, yönlendirilen bir sürü olmadığını bir kez daha göstereceğiz; yenilgiyi kabul etmiyor musun hünkârım; al sana daha güzel bir yenilgi, diyeceğiz... Halka inanacağız, daha çok çalışıp daha güzel yeneceğiz!
Savaşlarıyla birlikte susacaklar ve hesap verecekler. Hesap verebilir ‘normal insan’lara dönüşecekler. Yalancıdırlar ama onlar da insan sonuçta, onların da normal insan olma hakları var, onlara da yazık!
Basının iki temel görevi, haberleriyle kamu adına her tür iktidarı denetlemek ve gerçeğe ulaşmak için her türlü görüş ve sesin kamuya ulaşmasını sağlamaktır. Bu görevlerden biri sınırlamaya uğrarsa ülkede basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasiden söz etmek imkansız hale gelir. Bugün gazetelere, haber ajanslarına, televizyon ve internet sitelerine getirilen sansür, kısıtlama ve baskılar özgür medyanın işlevini hedef almaktadır.
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53