19 Temmuz 2015 00:15

Ganimet

Ganimet

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İnsanı tanımlamaya kalkışanlar tüm yaşamımızı belirleyecek temel unsurları vurgulama gereği duyarlar. Önce insanla hayvan arasındaki farklılaşma vurgulanır; sanırım evrim sürecinde hayvan insandan önce var olduğu için böyle yapılır. Evrene sonradan gelmişliğimiz hayvandan farklılığımızı, ona üstünlüğümüzü göstersin istenir; atalarımızın atalarının, onların da atalarının, her kuşak atamızın bir önceki kuşak atalarının hayvanla özdeşleştirilmesinden çekinilir. Örnek “İnsan toplumsal hayvandır”, “İnsan düşünen hayvandır”, “İnsan konuşan hayvandır”. Örneklerdeki toplumsal, düşünen, konuşan sözcükleri insanı hayvandan farklılaştıran, hayvana üstün kılan, hayvanı insandan uzak tutan yargılardır. Dikkat edilirse, insanı hayvandan farklılaştırmak için kullanılan sözcükler biyolojik bir olguyu dile getirirler. Aristo insanı tanımlarken “toplumsal” sözcüğünü kullanmıştır, çünkü ona göre toplumsallık insanın doğasında bulunan biyolojik bir veridir. “Düşünen”, yani akılla mücehhez, “konuşan” yani boğaz ve dil yapısıyla biyolojik olarak farklı olan insan hayvandan temelli ayırt edilir. Sonuçta, hayvandan farklılığımızın biyolojik belirleyicileri esas alınır, onların üstüne toplumsal yapı kurgulanır ve kurgunun düzenli işleyişi o kurguya uygun üretilmiş siyasi örgütlenmenin yapılandırılmasıyla sağlanır.
Hayvandan farklılık -hayvandan farklılığın biyolojik temelli olması- farklılığı vurgulayan biyolojik temel üzerine toplumsal yapının kurgulanması- kurgulanan toplumsal yapının işleyişini sağlayan siyasi örgütlenmenin yapılandırılması… Bu ‘bilimsellik(!) zincirinin’ dışına çıkan her insan tanımı insan türü bireylerinin çoğunluğunu derinden rahatsız eder. Örnek vereyim: İnsan evrim sürecinde türünün devamını sağlayabilmek için cinselliğini ‘üreme’ amacına yönelik olarak düzenlemiş, bu nedenle ‘normal’ ve ‘doğal’  üremenin ancak kadın ve erkek arasında, uygun zaman ve mekanda, erkek cinsel organının kadın cinsel organına duhul olmasıyla gerçekleşebileceğini ilan etmiştir. Böylece akrabalık-soy bağı ilişkisi ailenin var olabilmesinde zorunluluk olarak kabul edilmiş, aile kutsallaştırılarak kurgulanan toplumsal yapının temeline konulmuştur. Bu kurgu cinselliğini üreme eksenli yaşamak istemeyenleri dışlayan, aşağılayan hatta cezalandıran siyasi örgütlenme biçimlerini üretmiştir. İnsanı tanımlarken cinselliği ‘üreme’den bağımsızlaştıran, cinselliğin üreme kodlarıyla kavramsallaştırılmasından kurtaran bir anlayışı geliştirirseniz büyük çoğunluğu rahatsız edersiniz.
Büyük çoğunluğu rahatsız edecek bir başka insan tanımı örneği daha vereyim: İnsan biyolojik olarak geliştiği  oranda kendine, kendi türünden bireylere, doğaya zarar veren evrendeki tek canlı varlıktır. Hayvandan temel farkı da bu ‘zarar verme’ olgusunu kabul etmemesi, yeri geldiğinde inkar etmesi, ortamını bulmuşsa ‘zarar verme’ olgusunun aslında zarar vermeyip yarar sağladığını kanıtlamaya çalışmasıdır.
Bektaş köy sahilinde, deniz fenerinin bahçesinde tembellik düşlüyordum. Birden yakın uzaktan dumanlar yükseldi; ağaçlık bölgede piknik yapan ‘tatilciler’ mangal yakmışlar, kuvvetle esen rüzgar kıvılcımı yüklenmiş kuru otlara taşımış. Yangın aniden büyüdü. Tembellik düşleri alev ve duman görüntülerinin korkusuyla kayboldu, herkes gibi can havliyle bulunduğumuz yerden uzaklaştık. Çok geniş ağaçlık alan yandı, yangın güçlükle kontrol altına alınabildi. Geri döndük, deniz fenerinin yanındaki meraya iki araba gelmiş, beş kişi mangalı yakmış, balık avlıyor, avladıklarını pişiriyorlar. Onları uyardım ve bir kıvılcımın tüm köyü on dakikada yakabileceğini söyleyerek mangalı söndürmelerini istedim. Yeni söndürülen yangının ‘tatilcilerin’ bilgisizliği ve beceriksizliği nedeniyle çıktığını, kendilerinin ise ‘buralı’ oldukları için yangın çıkartmayacaklarını söylediler ve sabaha kadar ateşlendiler, tıkındılar. Yangın çıksaydı ‘tatilci’ olmadıkları için ‘Kader böyleymiş’ diye omuz silkeceklerdi. Üstelik içlerinden biri polisti ve sivil polis arabasıyla gelmişti. Şikayet ederim korkusuyla gitti araba değiştirdi.
Sabah oldu. Sahile sığınmacı botu yanaştı. İçinde kadın, çocuk, erkek kırka yakın sığınmacı var. Bizim sahillerimizden Midilli’ye gitmişler, adaya yaklaştıklarında Yunan sahil güvenliği sığınmacı botuna ateş açmış. Onlar da geri dönüp bizim olduğumuz koya girmişler. Sahile yanaştılar, botu terk ettiler, çoluk çocuk hızla kayboldular. Bottan indiklerinde orada bulunan zengin bir İstanbullu’nun kızıyla damadına botu ve takma motoru bir paket sigara karşılığı ‘vermişler’. İçim burkularak, hüzünle olup biteni izliyorum: Sığınmacılar yakalanma kaygısıyla (Yakalanmamaları olası değil) kaçmaya çalışırken onların bıraktıkları botu ve takma motoru itinayla söküp kendi araçlarına taşıyan insanlar... Sanki yıl 1915 insanlar yollarda, başka insanlar yollardaki o insanların bıraktıkları evleri ve eşyaları ‘kendininleştiriyorlar’.
Ganimet.
İnsan doğaya, kendi türünden başkalarına, kendine zarar veren ve verdiği zarardan ganimet uman evrendeki tek canlı varlıktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...