02 Temmuz 2015 00:56

Bölge korsanlığı politikası ve emekçilerin tutumu

Bölge korsanlığı politikası ve emekçilerin tutumu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Til Ebyad İŞID çetelerinin elinden çıkıp Rojava Kürtlerinin denetimine girince, Tayyip Erdoğan kürsülere koşup “Ne pahasına olursa olsun, bölgede yeni oluşumlara izin vermeyiz!” diye gürlediğinde, başka şeylerin yanısıra, Türkiye yöneticilerinin İŞID destekçiliğini de bir kez daha ilan etmiş oldu.
Recep Erdoğan, IŞİD’in katliam mangalarının Til Ebyad’ı ellerinde bulundurdukları ve Türkiye üzerinden gördükleri açık destekle Kürt ve Arap halkını kana boğdukları durumda, Kobane ve Rojava’nın düşmesi için beslediği umutla sarayında “durur”ken(!), Til Ebyad’ın Kürtlerin eline geçmesi üzerine, böylesi bir açıklamaya ihtiyaç duyması, “afakanların basması” yorumuyla geçiştirilecek türden değildir. Kürsülerden ve yandaş-besleme “Havuz yazarları”nca Kürt karşıtı nefret boca edilirken, Kürtlerin kendi yaşamlarına hakim olma, bugünlerini ve geleceklerini hiçbir dış gerici gücün müdahalesi olmaksızın istedikleri gibi belirleme hakkına karşı tank-top sesleriyle yanıt verme bir “hak” olarak görülmektedir. Suriye Kürt bölgesini Türk toprağı gibi göstererek, ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayı reddederek Türk işçi ve emekçilerini, şoven gericiliğin yedeğine çekme amaçlı bu bağrış-çağrış oysa, her sözcüğünde Türk, Kürt, Arap, Acem halklarının etnik ulusal ve dinsel-mezhepsel çatışmalar içinde kırımını içermektedir ve içerdiği bu tehdit nedeniyle de anında reddedilmeyi gerektirmektedir.
Erdoğan’ın dillendirdiği politika, Kürtler başta olmak üzere ülke ve bölge halklarının yıkımına hizmet eden bir politikadır. “Sınırlarımızda yeni bir devlet oluşumuna asla izin vermeyiz; bunu engellemek için bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırız!” savaşçı tehdit naraları, örnek olsun İSID katliam mangalarına karşı değil Kürtlere karşı savrulurken, tehdidin Kürtler ile sınırlı bir içerik taşıdığını sanmak, Türk ya da diğer işçi ve emekçiler; küçük üretici, küçük burjuva kesimler açısından yalnızca ciddi ve tehlikeli bir aldanma olacaktır. Türk sövenizminde banyo yapanların haz duyduğu bu ırkçı tehdit, ırkçı milliyetçelik yarışında Bahçeli’nin MHP’siyle dalaşın ötesinde, sömürgeci bir yayılmacılık ‘zihniyeti’ni de dışa vuruyor, ve aynı nedenle de büyük tehlikeler içeriyor.
Bu politika ve tutumu, “çöplüğünde öten horoz”, ya da birilerini görünce “kabaran hindi” örneği bağırıp-çağırma; afra-tafra sayıp geçmek doğru olmayacaktır. Erdoğan’ın hala en etkin figür olarak rol oynadığı dış politikanın komşu ülkeler başta olmak üzere bölgede ve uluslararası alanda gerginlik, çatışma, yayılma, saldırı ve savaş şeklinde ifade edilebilir bir strateji ve taktiğe dayandığını gösteren çok sayıda kanıt bu politikanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu politikanın ana karakteri, bölge ülkeleri halklarının yanısıra tüm milliyetlerden Türkiye halkının da düşmanı olmasıdır. Şurası çok nettir: Bir başka halkın boyunduruk altına alınmasına yönelik politikaların ya da bölgemizde görüldüğü üzere ülkelere emperyalist müdahale, saldırı ve işgallerin halklar yararına sonuçlar doğurması mümkün değildir. Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya ve Suriye’ye karşı izlenen gerici kuşatma, askeri müdahale, saldırı ve işgal politikasının sonuçları, en bön olanları dahi uyandıracak şekilde gözönündedir. Bu ülkeler ve onlarla bağlantılı olarak tüm bölge milyonlara varan kitlesel kıyımların, tarihi ve kültürel birikimlerin yok edilmesinin, açlık ve yoksulluğun, ulusal-etnik, mezhepsel ve dinsel nefret ve katliamların alanı haline getirilmiştir. Bölgeye düzen ve demokrasi getireceklerini ileri sürenler, yüzmilyonlarca insanı bombaların ve bombardımanların hedefi yapmışlar, bu ülkelerin tüm ekonomik-sosyal ve kültürel varlık ve birikimlerini yağmalamışlar, onları onlarca, hatta denebilir ki yüzlerce yıl geriye götürmüşlerdir.
Türkiye yönetimi, ülkeyi bu gerici emperyalist politikanın piyonu olarak kullanmakla sınırlı kalmayı değil, “parsa”dan pay almayı temin edecek daha aktif bir saldırı gücü olarak rol üstlenmeyi isteyegelmiştir ve şimdi bunu Kürtlerin “ulusal statü” politikaları gerekçesine bağlayarak gerçekleştirmek istemektedir. Türk işçi ve emekçileri, Erdoğan yönetimindeki devletin, Türkiye’nin içinde ya da dışında Kürtlere karşı girişeceği ve giriştiği her tür saldırgan ve savaşçı tutumun dönüp kendilerinin de karşısına kan, kurşun, işsizlik, açlık ve yoksulluk olarak çıkacağını bilerek, bu düşmanca ve düşmanlaştırıcı politikaya dur demek durumundadırlar. Unutmamak gerekir ki, Türkiye’nin bugün sürdürdüğünden daha aktif şekilde içinde yer alacağı bir askeri harekat, bölgede devam etmekte olan savaşın daha da büyümesine, Türkiye’nin içi dahil daha geniş bir alana yayılmasına ve halkların kırımına daha fazla yol açacaktır. Bunun Türk-Kürt-Arap ve diğer uluslardan emekçilerin, kadın-erkek tüm ezilenlerin yararına olmadığı açıktır. Osmanlı türü yayılmacılığın günümüzde bin türlü engelle karşı karşıya olduğuna, ya da başını ABD’nin çektiği bölgenin esas korsanlarının “dahli” ve izni olmaksızın çakal politikasının uygulanamayacağına bakarak, bu saldırgan-yayılmacı dış politikaya sessiz kalınamaz. Padişahlık ve hatta halifelik hırsıyla halkın çok büyük kesimlerine karşı nefretle dolup-taşan bir “zihniyet”in zincirinden boşanarak yaşam ve çalışma alanlarını açık savaş alanlarına çevirmesini engellemek için, daha etkin ve daha kitlesel mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu mücadelenin en temel gücü olarak işçi ve emekçilerin hakları için daha aktif bir tutum aldıkları böylesi zamanlarda, savaş ve işgal çığırtkanlarına barikat örmek için daha fazla olanak vardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...