01 Mayıs 2015 01:00

Dünyanın bütün tuzu

Dünyanın bütün tuzu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sierra Pelada madenlerinin, karınca sürüsü gibi dağlara dizilmiş işçilerinin fotoğrafları Sebastião Salgado’nun en bilinen işlerindendir. Brezilyalı fotoğrafçı, kırk yıldır, dünyanın çatışmalarının insandaki izlerini fotoğrafladı. Siyah beyaz fotoğraflarında işçi ile patron, yaşamla ölüm, kavgayla teslimiyet, umutla karamsarlık en görünür halleriyle yer aldı. İnsan için söylenen bu laf, Toprağın Tuzu, Salgado’nun hayatını konu alan belgesel filmin adı.
Fotoğrafçının oğlu Juliano Ribeiro Salgado daha önce de bir belgesel çekmiş, bu kez babasını filme almaya karar vermiş. Filmi daha da ilginç bir buluşma haline getiren ise, meraklı yenilikçi Alman usta Wim Wenders ile birlikte yönetmeleri. Wenders’ın daha önce belgeselini çektiği etkili sanatçılar olmuştu; örneğin Pina Bausch’u anlatan filminde, dansı sinema perdesine aktarırken üç boyut teknolojisini hiç yapılmadığı kadar estetik kullanmıştı. Salgado’ya ilişkin filmi de bir slayt gösterisinin estetiğine sığınıyor. Wenders ile Juliano Salgado anlatıcı olarak, aksanlı İngilizceleriyle aralarda konuşurlar, yer yer dede Salgado’ya da mikrofon verilir. Ama en çok Sebastião Salgado, kameraya dönüp sakince ve Fransızca anlatır.
Hayatından bahsederken bir anda dünya meselelerini konuşmaya başlayanlardan o, çünkü hayatının konusu bunlar. Bir yerdeki savaş, başka bir yerdeki açlık, yoksulluk, kölelik, göç, yersizlik, bunların insanlar üzerindeki etkilerini anlatmaya koyulur. Her şey, kapitalizmin cilasının altında yatanı göstermek için sanki. Savaşın, yoksulluğun, göçün, uluslararası sermaye düzeninin gezegenin her yanındaki insanlara ettiğini en yakından gözleyen olmaya çalışır, elinde fotoğraf makinesiyle. ‘60’larda devrimci bir öğrenciyken, eşi Lélia ile o sırada tanışırlar. Üniversitede iktisat okur. Ekonomist olarak çalışmaya başlamışken, Afrika seyahatlerinde çektiği fotoğraflar, hayatını değiştirmesinde etkili olur. İşini bırakıp, kendini tamamen fotoğrafa adamaya karar verir, yanında sevgili eşi. Oğlu Juliano, babasının uzun süre eve gelmediğini hatırlıyor, daha çocukluğundan. Film, böyle bir şekilde bir fotoğrafçının oğlu olmakla ilgileniyor, oradan Salgado ailesinin birbiriyle ilişkisine. Hepsinin toprakla ilişkiye çıkması, ailece giriştikleri hektarlarca ormanı yeniden canlandırma işinde olduğu gibi, sadece anlamlı değil, filme renk de katıyor. Ama siyah beyaz fotoğrafları çekenin anlattığı kısımlara hiç haksızlık etmemek gerek. Çünkü filmin asıl lokomotifi bu birbirinden güçlü görsel imgelerden besleniyor. Salgado ilk büyük projesine Öteki Amerikalar adını verir ve yıllarca, memleketinde, kıtasında, dünyanın görmediği ne varsa belgelemeye çalışır. Araştırmaları birlikte yapıp gezilerini birlikte planladığı kişi, Lélia’dır. Brezilya fotoğrafları, çocuk ölümlerinin peşine düşer, sahil serisi Afrika’daki yoksulluğun. İşçiler serisi, görkemli bir patlama imgesini kullanır sıkça. ‘90’larda Avrupa’nın en önemli meselelerinden göçmenleri çekmeye başlar. Bu serisine de, Yahudilerin Hicret’i için kullanılan Exodus adını verir.
Wenders ile Juliano Salgado, fotoğrafçının sadece insanı değil, başka canlılarıyla tüm doğayı çektiği karelerini filmin sonuna doğru yerleştirmiş. Böylece, toprağın tuzu olarak insan imgesine dönmüş ve Salgado’nun bir bütün olarak yaşamın fotoğrafçısı olarak hayatını anlatmışlar. Bu arada, kameraya dönük oturan Salgado da kalkar, Wenders ile birlikte fotoğraflarını banyo eder, dünyanın en ucundaki hayatları yönetmenle birlikte seyircinin gözlerinin önüne getirir. Film Salgadoların aile çiftliğinin arazisi hakkındaki bilgiyi vererek sona erer. Akılda ise, yumuşak, sakin, huzurlu, “tuzsuz” doğa görüntülerine bakarken, sömürünün insanlardaki izleri kalır, en yüksek kontrastıyla. Filmin tuzu, fotoğrafçının dünyanın bütün tuzuna bulanmış kendi eserleri kadar değilse de.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa