21 Nisan 2015 00:15

Galeano’ya saygı

Galeano’ya saygı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dünya üzerindeki herhangi bir gelişmenin ilk olarak Twitter’dan duyulduğu bir sır değil. Resmi açıklamalar, haber portalları vs. birkaç dakika geriden gelmek zorunda.  Elbette o birkaç dakika, haberi doğrulatma evresi anlamına geliyor. Özellikle ölüm haberleri, bu açıdan trajik... Hiç tanışmamız olsanız da sevdiğiniz birinin ölümünü tweet atarken dahi kabul etmek kolay değil. Bu yüzden Eduardo Galeano’nun vefatı sosyal medyada yayılmaya başladığında bir kez daha ‘Kenan Komutan’ tepkisi vermekten kendimizi alıkoyamadık: “Neee? Galeano öldü mü? Olamaz, olamaz, kesinlikle olamaz…”
Maalesef bu kez bir ‘Shaggy’ ya da ‘Münir Özkul’ anıyla karşı karşıya değildik. Biz buradan pek duymamış olsak da Galeano akciğer kanseriydi ve cuma günü de hastaneye kaldırılmıştı. Ölümü bekleniyordu. Bir insan harikulade bir şahsiyet diye ölmeyecek değil ya, Galeano da öldü.
Sporu seviyorsanız ve dünyanın geri kalanıyla ilgiliyseniz Galeano’nun sizi bulmaması çok zor. Türkiye’de ilk olarak 1997’de Can Yayınları tarafından basılan ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’la ne zaman buluştuğumu tam olarak hatırlamıyorum ama üzerimde önemli bir etki yaptığı kesin. 2009’dan beri Evrensel’de yazıyorum ve Galeano’nun ölümü sonrası ilk 3 yazıma bakıp 2 Galeano referansı görünce hiç şaşırmadım. Bu yazı da bir anlamda ona saygılarımı sunmak için…
Elbette, Galeano’yu tanımlayan şey futbol üzerine yazdıkları değil ancak “zevkten zorunluluğa hüzünlü bir öykü” olarak tanımladığı spora sahip çıkabilme ruhu bize bıraktığı en büyük miras.
Galeano, her şeyden önce Güney Amerika’nın maruz kaldığı emperyalist saldırganlığın aktarıcısı, tarihçisi ve yazarıdır. Ama bu, aynı saldırganlığın kıtaya yaydığı futbola -tıpkı güneyin geri kalanı gibi- gönülden bağlanmasına engel olamamıştır.
Günümüzde, topu görse bomba sanacak bir avuç kodamanın kontrol ettiği oyunu, onu icra eden sanatçıların ve takip eden milyonların hatırına takdir eder.
Dünya Kupalarını, sosyal adaletsizliğin yaygınlaşmasının bir aracı haline getiren FIFA elitini tüm yönüyle teşhir eder ama evrensel Pazar’da yayımlanan söyleşilerinden kesitlerde ifade ettiği gibi “Dünya kupaları sırasında doğrudan yeryüzü gezegeninden aynı yuvarlaklıkta ama daha küçük olan top gezegenine taşınıyorum” der.
Futbolcuları, ‘60’lardan sonra kulüplerin formalarına reklam almaya başlamasıyla “Gezici reklam panoları” diye tanımlar ama yine de sahadaki becerilerine sonsuz saygı duyar. Dünya kupası tarihinin en unutulmaz anlarını Youtube’dan önce bize yaşatan onun kalemidir.
Tüm bunlar, -sporun ticarileştirilmesini kıyasıya eleştirip, onu izlemekten vazgeçmeyen bizlere yöneltilen müzmin ithamların iddia ettiği gibi- bir çelişki midir?
Galeano bu soruya yanıtı gölgede ve güneşte başucumuzdan eksik olmayan kutsal kitabımızda vermiştir. ‘Toplumların afyonu mu’ başlıklı kısım şöyle başlar: “Futbol, Tanrı’ya ne yönüyle benzer? Hemen söyleyeyim: Birçok insanın ona inanmasıyla ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşmasıyla.”
Rio de la Plata’da futbolun demir yolu atölyeleri ve tersanelerde ortaya çıkan halk kulüpleri aracılığıyla yaygınlaştığını, sosyalist ve anarşistlerin “Toplumdaki çelişkileri gizleyen ve grevleri engelleyen bu burjuva entrikasına” karşı çıktığını belirtir. Buna rağmen Argentinos Juniors kulübünün 1 Mayıs’ta asılanlar anısına Chicago Şehitleri adıyla kurulması gibi örnekler verir ve yüzyılın başlarında futbolu hor görmeyen sayılı aydınlardan birine, Antonio Gramsci’ye sığınır: “Açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır futbol.”
Güzel, çok güzel bir insanı kaybettiğimizi anlamanın en iyi yolu ardından yazılanlara değil yine kendi yazdıklarına, söylediklerine bakmak. Bu yüzden Pazar ekimizde yayımladığımız ‘söyleşilerinden kesitler’e döneceğim bir kez daha:  “…Söylemeye çalıştığım şey televizyonun önüne iyice soğuk bir birayla oturduğum ve kendimi topa gömdüğüm. Buradan dünya kupası bitene kadar çıkmıyorum. Bu kadar basit. Ben bir futbol bağımlısıyım. Bu, benim çocukluğumun en uzak köşelerinden gelen bir şey, çünkü daha bir bebekken babam beni stadyuma götürürdü. Ve tabii sonra bütün hayatım boyunca futbol oynadım.”
Ne diyelim, iyi ki baban seni bebekken stadyuma götürmüş ve bundan sonra “Buz gibi soğuk bir birayla dünya kupasına gömülmek” de bizim seni anma törenimiz olsun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa