03 Nisan 2015 00:54

Ayakkabılarıyla direnmek

Ayakkabılarıyla direnmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İngilizce’deki deyim bizde yok, o yüzden filmin konusundaki kelime oyununu açıklamak gerekebilir. Birinin ayakkabılarında olmak, başkasının ayakkabılarını giymek, onun yerinde olmak, yerine geçmek gibi bir anlama geliyor. Şans Ayağıma Geldi’de olanlar da, sihirli bir dikiş makinesi sayesinde ayakkabılarını giydiği kişiye dönüşen bir kunduracının başına geliyor. Filmin orijinal adı sadece kunduracı oluşuna vurgu yapıyor, bir çeşit süper kahraman gibi. Esnaf gerektiğinde kahraman bu filmde ama sokakları, şehirleri, ülkeyi satanların bekçisi değil, onlara karşı halkın yanında.

Filmin bir yanı, doğa üstü olaylar olan çocuk filmlerinden, her ayakkabıyı giydiğinde başka birine dönüşen adam. Diğer yanı da, bizim Gezi’den beri daha dikkat eder olduğumuz mahalleyi koruma filmleri. Birilerinin eski evleri, dükkanları yıkıp yerine oteller, AVM’ler kondurmak istediği, son direnenin kaldığı, hatta aktivist bir genç kadının herkesi topladığı filmler, 40 yıl önce de çekiliyordu, hâlâ da güncel. Vaktiyle Şerif Gören, gecekonduları yıkılmasın diye Orhan Gencebay’ı iş makinesinin önüne oturtmuştu (Derdim Dünyadan Büyük, 1978). Ülkenin en çok izlenen filmi yani Recep İvedik 4 bile, mahallede çocukların top oynadığı boş arsayı kurtarmak için yola çıktı. Yıllardır benzerleri anlatılır, direnişler, aşklar yaşanır, esnafa rol düşer, yıkıcılarla anladığı dilden konuşmak gerekir falan. Bunlara fantastik ögeler eklediğinden, benzerleri içinde ilginç sayılabilecek bir tanesi Şans Ayağıma Geldi.

Max babadan dededen kalma dükkanında ayakkabı tamiri yaparak geçinen yalnız bir adamdır. Annesiyle yaşar, yıllar önce onları terk eden babasına hâlâ öfkelidir. Sıkıcı hayatından kurtulmak için ona babasını hatırlatan dükkanı elinden çıkarmayı düşünür. Hatta, mahalleyi korumak için esnafı ve mahalleliyi örgütlemeye çalışan Carmen’e başta soğuk davranır. Gene de sözlerinden etkilenir, “Burası zenginlerin oyun alanı değil”. Bir gün, makinesi bozulup da bodrumdaki eski dikiş makinesini kullanmak zorunda kalınca, ailesinin kuşaklardır koruduğu sırrı öğrenir. Diktiği ayakkabı kiminse, giyen ona dönüşmektedir. Önce şaşırır, denemeler yapar, oyunlar oynamaya başlar. Kimseye söylemez ama başkalarının paralarını harcar, başkalarının sevgilileriyle dolanır. Bir kiralık katilin yerine geçince işler iyice tehlikeli bir hal alır. Bu arada evinden çıkmayan bir tek yaşlı adam kalmıştır. Mahalleyi yıkmak isteyenlerin ise yapmayacağı alçaklık yoktur. Sonunda, Max kendisini ve mahalleyi kurtarmak için bu kimsenin bilmediği gücünü kullanacaktır. 

Konusunun çocuksu yanı filmin ruhuna egemen olunca, belki seyirciye fazla naif gelebilir; özellikle Türkçe adıyla düşününce daha da fazla. Ama hikayenin güncelliği, bir şekilde insana kendini o ayakkabıların içinde buldurtabiliyor. Büyük sürprizler beklenecek bir durum yok. Bu konunun birçok örneğinin bir ikisinden yukarıda da söz edildi. Mahalleyi koruma, o sırada da aşk yaşama formülü burada görece başarılı işliyor. Esnafın rolü meselesine de, bizde estirilen saldırganlık rüzgarından dolayı temkinli yaklaşıyoruz mecburen. Her yurttaş gibi esnafın da evini, sokağını, işini korumak istemesinden daha doğal bir şey yok, ama mahallenin ortak çıkarları için uğraşmakla “zenginlerin oyun alanı”na bekçilik etmek arasındaki fark büyük. Burada anlatılanlar fantastik olabilir, zaten kurmacadır da, yıkıma karşı direniş gerçek ne de olsa. Ayakkabılarıyla.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...